0
243

iyilik-duası

Sevgili Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ’in dünyaya teşrif ettikleri [20 Nisan 571, Pazartesi] Rabiülevvel ayının 12. gecesidir ki buna Mevlid–i Nebi (Kutlu Doğum) denir. Kâinat ve beşeriyetin yüzyıllardır yolunu gözlediği O Peygamberler Peygamberi’nin doğum günüdür bugün.

O’nun doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm, ve ahlaksızlık almış başını yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş ve dünya yaşanmaz bir hale gelmişti.

O’nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır. O gecenin sabahı gerçekten feyizli bir sabahtı, insanlık için yepyeni bir gün doğmuş, aydınlık bir devir açılmıştı. Bir fazilet güneşi ve hidâyet meşâlesi olan sevgili Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’ in gönderilişi, Yüce Allah’ın bütün insanlara en büyük nimetlerinden birisidir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur;

“And olsunki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, (kötülükten ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler.” (Âl-i İmrân 164)

Hazreti Amine validemiz anlatıyor;

Onu doğurduğum zaman doğurduğum yerde bulamadım. Göz gezdirdim, araştırdım, baktım ki evimin başka bir odasına kaldırılmış. Odanın içi nur ile dolmuştu. Odaya girdiğimde habibimi bir beyaz yünlüye sarılmış, yeşil bir ipek içinde, sünnet olmuş, sürmelenmiş ve güzel kokular sürülmüş olarak, tazarru eden duacı gibi ellerini semaya kaldırmış vaziyette gördüm. Birisinin şöyle dediğini duydum:

-“Muhammed Mustafa’ya Adem’in ahlâkını, Şit’in marifetini, Nuh’un şecaatini, İbrahim’in hulletini, İsmail’in sadakatini, İshâk’ın rızasını, Lût’un hikmetini, Yûşa’nın cihadını, Musa’nın şiddetini, Danyal’ın muhabbetini, Davud’un tevbesini, Eyyûb’un sabrını, İlyas’ın vakarını, Zekeriyya’nın kabulünü, Yahya’nın ismetini ve İsa’nın zühdünü verin.” Böylece onu enbiyanın ahlâkına daldırdılar.” Buyurmuştur.

Sevgili Peygamberimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) Doğduğu gece irhasât denilen bir takım olağanüstü hâdiseler cereyan etti. O hadiselerden bazıları şunlardır;

Dünyanın doğusunu ve batısını aydınlatan bir nur görüldü. Ozamanda mukaddes sayılan Sâve Gölünün suları bir anda çekilip kurudu. Ateşe tapan mecûsilerin bin yıldır aralıksız yanmakta olan ateşleri hiç sebepsiz sönüverdi.
Asırlardır kupkuru olan Semâve Vadisi, seller altında kaldı. Gökyüzünden onlarca yıldız kaydı.

Medayin şehrindeki İran Kisrasının sarayının on dört kulesi yıkıldı. O gece gürültüyle ve dehşetle uyanan Kisra ve halkı; yine kendilerinden bazı ileri gelenlerin gördükleri korkunç rüyaları tabir ettirdiklerinde, bunun büyük bir şeye alamet olduğunu anlamışlardı. O gece Kabe’deki putların hepsi yüzüstü yere yıkıldı. Kureyş’den bir cemaatin bir putu vardı. Yılda bir defa onu tavaf ederler, develer kesip şarap içerlerdi. Yine öyle bir gün, putun yanına vardıklarında, onu yüzüstü yere yıkılmış buldular. Kaldırdılar, yine kapandı. Bu hal üç defa tekrarlandı. Bunun üzerine etrafına iyice destek verip ayakta durdurabildiler.

Şeytân, ölesiye çığlık kopardı. Şeytan ve cinler artık Kureyş kahinlerine hadiselerden haber veremez oldu. Daha ne gizemli olaylar iç içe ve peş peşe yaşandı. Nasıl yaşanmasındı ki Kâinatın Efendisi, İnsanlığın İftihar Tablosu Hz. Ahmed–i Mahmud–u Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem) dünyaya teşrif ediyorlardı. Bütün varlık O’nu ayakta karşılamıştı.

Bu gece, biz müslümanlar arasında yüzyılllardan beri büyük bir coşku ile kutlanmakta, Sevgili Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) derin bir saygı ile anılmaktadır. Büyük Türk Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı ” Vesiletün’necat ” olan mevlid kitabi O’nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini en güzel bir şekilde dile getiren değerli bir eserdir.

Peygamberimizin doğum yıldönümlerinde okunan mevlidleri saygı ile dinlemek, O’nun mübarek ruhuna salât ve selâm okumak hiç şüphesiz milletimizin Sevgili Peygamberimize olan engin sevgi ve bağlılığının bir ifadesidir. Bununla beraber, O’nun ahlâk ve fazîlet dolu hayatını öğrenmek ve kendimize örnek almak başta gelen görevlerimizdendir . Asıl o zaman O’nun sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmış oluruz. Unutulmamalıdırki Enbiya Sûresinin 107. Ayeti kerimesinde Rabbimiz (c.c.) Peygamberimize (s.a.v) ithafen;

“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” Buyurmuştur.

O âlemlerin Rabbinden, “Alemlere rahmet olarak gönderildi.” Asırlara sığmayacak inkılapları birkaç sene içerisinde gerçekleştirdi. Evlâtlarını diri diri toprağa gömen babalar O’na ve getirdiği prensiplere iman ettikten sonra mükemmel bir hal aldılar ve dünyaya insanlık, adâlet ve medeniyet rehberi olacak hale geldiler. İnsanlar O’nun tek emriyle, kökü yüzlerce yıl derinde olan alışkanlıklarını bıraktılar.

O, yirminci asır insanının yüzyılda yerleştiremediği hakkı, hukuku, adâleti, hürriyeti, demokrasiyi ve insan haklarını bir solukta yerleştirdi. Böylece cehâlet asrı olan o dönem bir saâdet asrı olup çıktı. Sevgili Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendisinden önceki peygamberler gibi sadece bir kavme veya millete değil, bütün insanlığa Peygamber olarak gönderilmistir. O’nun diğer Peygamberlerden en farklı yönlerinden biriside budur. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de söyle buyrulur; ”Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Sebe Sûresi 28. Ayet)

İnsanlığın her zaman ve mekânda Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği ilâhî mesaja ve bu mesajın hayata geçirilmiş şekli olan onun sünnetine ihtiyacı vardır. O’nu örnek almak, Kur’anı Kerime uymaktır. Çünkü Hz. Aişe validemiz (radıyallâhu anha)’nın ifadesiyle O’nun ahlâkı Kur’an idi. (Müslim, Misâfirîn, 139) Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in inananlar için en güzel örnek olduğunu bildirmekte ve bu hususta söyle buyrulmaktadır; “And olsun, Allah’ın Rasûlü’nde sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar için ve Allah’ı çok ananlar için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb Sûresi 21.Ayet)

Günümüzde insanlığın asıl ızdırâbı, kainatın efendisi Hz. Peygamber (aleyhi salâtu vesselâm)’ ı tam manası ile tanımamış, hakiki şahsiyetini bilememiş olmasından ve getirdiği, hayat bahşeden esaslara aşk ve şevk içinde kucak açmayışından gelmektedir. Dünyanın manevi sarsıntısı da, sıkıntısı da, huzursuzluk içinde bocalayışı da bundan doğmaktadır.

Onu anlamadıkça sevmedikçe ve hayat bahşeden prensiplerini kendisine rehber edinmedikçe insanlığın bu sıkıntı, sarsıntı ve buhrandan kurtulması mümkün değildir. İnsanlık onu anlamak onu sevmek ve hayat bahşeden esaslara aşk ve şevk içinde sarılmak zorundadır. İnsanlığın kurtuluşu Kur’andadır, Kur’an’ın yaşanmış tefsiri ise sünnettedir. Sünnet ise Peygamberimizin yaşantısıdır. Yüce Allah’ın sevgisine, hoşnutluğuna ve bağışlamasına ermenin yegâne yolu, Peygamberimizin yolundan gitmektir Rabbimiz (celle celâluhu) bir Ayet-i Kerimede şöyle buyurmuştur;

“De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günâhlarınızı bağışlasın” (Âl-i İmrân, 31)

Hâlid bin Velid (radıyallâhu anh), bir seriyye esnâsında müslüman bir aşîretin yanında konaklar. Aşîret reisi ona, Bize Rasûlullâh Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i anlatır mısınız der.

Hâlid bin Velid (radıyallâhu anh); Allah Rasûlü’nün o ebedî güzelliklerini anlatmaya güç yetmez. Tafsîlâtıyla anlatmamı istersen, bu mümkün değil! der. Aşiret Reisi Bildiğin kadarıyla anlat! Kısa ve öz olarak târif et!? deyince, Hâlid (radıyallâhu anh) şu karşılığı verir:

Gönderilen, gönderenin kadrince olur! Gönderilen Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i gönderen Allahu Teâla’nın indindeki kıymetini Kur’andan takip edelim. (Der ve Kuranı kerimdeki şu Ayet-i kerimeleri aktarır);

“Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebî’ye (Peygamber’e) salat ederler. Ey iman edenler siz (de) O’na salat edin! Ve (O’na) teslim olarak salat edin!” (Ahzap Sûresi 56)

“Kim Resûl’e itaat ederse, gerçekte Allaha ‘a itaat etmiş olur.” (Nisa Sûresi 80)

“De ki: ‘Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” (Âl-i İmrân suresi 31)

“Peygamber, size ne verirse onu alın, neden de nehyederse ondan sakının. Ve Allah’tan korkun. Muhakkak ki Allah, azâbı şiddetli olandır.” (Haşr Sûresi 7)

“Ey iman edenler Allah’ın ve O’nun Resûl’ünün önüne geçmeyin. Ve Allah’a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki Allah; en iyi işiten, en iyi bilendir. Ey iman edenler Seslerinizi peygamber’in sesi’nden fazla yükseltmeyin. Ve o’na sözü, birbirinize bağırdığınız gibi bağırarak söylemeyin. Siz farkında olmadan amelleriniz heba olur.” (Hucurat Sûresi 1-2)

“Andolsun kuşluk vaktine.Ve sakinleştiği zaman geceye ki, Rabbin seni bırakmadı ve darılmadı. Ahiret senin için dünyadan iyi olacaktır. Ve muhakkak ki, sana Rabbin ihsan buyuracak, sen de hoşnut olacaksın” (Duha Sûresi 1-5)

Bu Ayet-i Kerimelerden anlaşıldığı üzere, Allah Teâlâ Sevgili Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i son elçisi olarak seçmiş, O’na iman etmeyi kendisine imanın şartı saymış, O’nu inkar edeni kendisini inkar etmiş olarak görmüş Allah’a ve Peygamber’e itaati bir arada şart koşmuş , Allah’ı sevmenin ölçüsü olarak Peygamber’e tabi olmayı gerekli kılmış, Allah’ın ve meleklerin O’na daima salât-u selam ettiklerini bildirmiş, Kur’ân’da sayısız yerde ve İslam’a giriş cümlesi olan kelime-i tevhide kendi adı ile Rasûlü’nün adını bir arada zikretmiş, O’nun sünnetini dinin ikinci kaynağı olarak ikame etmiştir.

Sevgili Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in hiçbir meselede önüne geçmemeyi, yanında yüksek sesle konuşmamayı emretmiş,istediğinin verileceğini ve razı edileceğini müjdelemiştir, Sevgili Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e habibim demiş adıyla adını yan yana zikretmiştir. Sevgili Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde Katiyen övünmek için söylemiyorum ben Allahın sevgilim (diye hitap ettiği kimseyim) buyurmuş Allah Teâla’nın indindeki kadri kıymetini bize anlatmıştır.

Sevgili Peygamberimiz(sallallâhu aleyhi ve sellem)’in, bunlardan başka pek çok özelliği vardır.

O, peygamberlerin sonuncusudur; Âdem oğullarının efendisidir;

Öldükten sonra mahşere gitmek üzere ilk defa o diriltilecektir;

İnsanlara şefaat etme yetkisi (Makâm-ı mahmûd) ona verilecektir.

Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberler ve Mü’minler, kıyamet gününde, hesabın başlamasından önce, onun “livâü’l-hamd” adlı sancağı altında toplanacaktır.

Allah Teâlâ bütün peygamberlere “Ey Mûsâ! Ey Îsâ” diye adlarıyla hitap ettiği halde ona “Ey Nebî! Ey Resûl!” diye üstünlüğünü gösterir bir ifadeyle hitap etmiştir.

Bütün yeryüzü ona hem namaz kılma yeri hem de teyemmüm ederek temizlenme vasıtası kılınmıştır.

İşte böyle bir Peygamber’in ümmeti olmak hem bir bahtiyarlık hem de büyük bir şereftir. Bu şerefe nâil olan kimse sevgili peygamberini elbette canından da, anasından, babasından da, oğlundan, kızından, eşinden de çok sevecektir.

Peygamber sevgisi bir mü’mini Cennete götürecek büyük bir sermayedir. Şu olay bunu göstermektedir:

Bir adam Resûl-i Ekrem’e gelerek, kıyametin ne zaman kopacağını öğrenmek istedi. Efendimiz ona cevap vermek yerine, kıyamet için ne hazırladığını sordu. Adam, pek bir hazırlığı bulunmadığını, yalnızca Allah’ı ve Resûlünü sevdiğini söyledi. Bunun üzerine Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona:

“Öyleyse sen sevdiklerinle beraber olacaksın (seven sevdiği ile beraberdir)” buyurdu. Ashâb-ı kirâm bu müjdeye derecesiz sevindi.

Peygamber efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir başka hadis-i şeriflerinde buyuruyor ki;

“Üç şey var ki, bunlar kimde bulunursa, o kişi, imanın tatlılığını bulur. Bunlar, kişinin Allah ve Resulünü başka her şeyden fazlasıyla sevmesi, birini ancak Allah için sevmesi ve küfre dönmeyi, ateşe atılmayı çirkin gördüğü gibi çirkin görmesidir.” (Buhari İman, 12)

Peygamber efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’ in haber verdiği bu üstün vasıflar, sahabe-i kiramın imanının özellikleridir. Sahabenin Peygamber sevgisi, dillere destan olacak bir sevgiydi. Bu hakikate, Kuran-ı Kerim’de şu ayette dikkat çekilmiştir: “Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha sevgilidir.” (Ahzab, 6)

Mekke devrinde müminler dinlerinden dönmeleri için çok büyük işkencelere maruz kaldılar. Fakat onlar Peygamber efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’ i yalanlayıp davasında yalnız bırakmamak için her türlü eziyete, işkenceye, boykota sabrettiler.

Hz. Ali (kerremallâhu veche)ye, ‘Siz Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem )’i nekadar seviyordunuz?” diye sorulduğunda, o, şu cevabı vermiştir: “Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem ) bize malımız mülkümüz, çoluk çocuğumuz, anamız ve babamızdan daha sevgili idi. Ona, susadığımızda soğuk suya duyduğumuz arzudan daha çok arzu duyar, daha çok severdik.”

Sahabenin Peygamber sevgisi, kuru kuruya bir iddiadan ibaret değildi. Gerçekten de sahabe-i kiram, Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) sevgisi uğrunda her türlü zulme ve işkenceye göğüs germişlerdi. Gerektiğinde yurtlarından, mallarından ve canlarından fedakârlık etmişler, hicret ederek Peygamberin yanında her türlü yokluğa ve zahmete seve seve katlanmışlardı.

Bunun en güzel misalini Bedir Muharabesi öncesi yapılan istişarelerde Sa’d bin Muâz’ın şu sözlerinde görüyoruz. Ensarın sözcüsü, kendilerinden üç katı kalabalık ve silahlı bir orduya karşı savaşma kararını bildirirken şöyle diyordu:
“Yâ Resûlallah! Biz sana iman ettik ve seni tasdik ettik. Getirdiklerinin hak olduğuna şehadet ettik. Dinlemek ve itaat etmek için de sana kesin söz verdik. Yâ Resûlallah! Nasıl isterseniz öyle yapınız. Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, bize denizi gösterip de dalsan, hiçbirimiz geri kalmaksızın seninle birlikte dalarız!” buyurmuştur.

Daha bu ve buna benzer birçok örnek bulunmaktadır.

Allah Teâla Tevbe Sûresinde şöyle buyurmuştur;

“De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticâret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve onun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” (Tevbe Sûresi 24. Ayet)

O halde hepimiz sevgimizi gözden geçirelim. Biz O’nu ne kadar seviyoruz? Hayatını ne kadar biliyoruz, O’nu ne kadar tanıyoruz? Kaç tane sözünü biliyoruz? Zahiren batınen O’na ne kadar benziyoruz? Ahlakıyla, hal ve hareketleriyle ne kadar ahlaklandık ve hallendik?

O’na ve O’nun muhabbetine ulaşmak için hangi vesileleri aradık? Hangi yollara başvurduk?

Hangi batıl aşkları O’nun sevgisine perde yaptık? Kendimizi bir gözden geçirelim…

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i sevebildiğimiz kadar sevmeliyiz. O’nu sevmekte aşırı gitmek olmaz. O’nun sevgisinde sınır olmaz. O’nu sevmeyenden Allah razı olmaz. Öyle sevmeliyiz ki, o sevgi bizi Allah’a ulaştırsın. Öyle sevmeliyiz ki, o sevgi bizi mahşerde buluştursun…

Bu Gece Nasıl Değerlendirilmelidir?

Bütün insanlık âlemine bir hidayet tarihi açan ve âlemlere halis ilâhî rahmet olan böyle yüksek şanlı bir Peygamber’in ümmeti olmakla şereflenmiş bulunan biz müminlere ne mutlu! Bu geceyi vesile bilerek, O’na ümmet olmanın şuuruna erebilmek, Bu gecenin manevî zenginliğinden istifâde etmek için yapılabilecek ve yapılması gereken önemli bir takım afv ü mağfirete nail olma, ecr ü sevap kazanma, manevî terakki kaydetme, bela ve musibetlerden kurtulma ve rıza–i İlâhiye ulaşma vesileleri vardır ki, bunlardan bazılarını maddeler hâlinde kısaca ve toplu olarak yeniden hatırlamakta fayda var;

1. Kur’ân–ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; uygun mekânlarda Kur’ân ziyafetleri verilmeli; Kelamullah’a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli.

2. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e salât ü selâmlar getirilmeli; O’nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli.

3. Kaza veya nafile namazlar kılınmalı; o geceye ait nakledilen namazlar varsa onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli.

4. Tefekkürde bulunulmalı; “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah’ın benden istekleri nelerdir” gibi konular başta olmak üzere hayatî meselelerde derin düşüncelere girmeli.

5. Geçmişin muhasebe ve murakabesi yapılmalı; ve şimdinin ve geleceğin plân ve programı çizilmeli.

6. Günahlara samimi olarak tevbe ve istiğfar edilmeli; idrak edilen geceyi son fırsat bilerek nedamet ve inabede bulunulmalı.

7. Bol bol zikir, evrad ü ezkarda bulunulmalı.

8. Mü’minlerle helalleşilmeli; onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalı.

9. Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli.

10. Kişi kendine ve diğer Mü’min kardeşlerine hattâ isim zikrederek dualar etmeli.

11. Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlâkı yerine getirilmeli.

12. Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip, sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli.

13. O gece ile ilgili âyetler, hadîsler ve bunların yorumları ilgili kitaplardan ferden veya cemaaten okunmalı.

14. Dini toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli; va’z ü nasihat dinlenmeli; şiirler okunmalı; ilâhî ve ezgilerle gönüllerde ayrı bir dalgalanma oluşturmalı.

15. Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı.

16. Sahabe, ulema ve evliya türbeleri ziyaret edilmeli; hoşnutlukları alınmalı; ve manevî iklimlerinde vesilelikleriyle Hakk’a niyazda bulunulmalı.

17. Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakati yerine getirilmeli.

18. Hayattaki manevî büyüklerimizin, üstadlarımızın, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandilleri bizzat giderek veya telefon, faks yahut e–mail çekerek tebrik edilmeli; duaları istenmeli.
19. Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı.

Hafız Yetiştiriyorum

Bir yorum ekleyin