İSLAMİ VAKİTLERİN TANIMI ve HESAPLANIŞI

0
629

Abdurrahman ÖZLEM

“O’dur ki güneşi bir ışık yaptı, Ay’ı da bir nur kılıp, ona birtakım konaklar tayin etti ki, yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz (Yunus 5)”

“Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir (Rahman 5)”

“…güneş ve ayı da vakitlerinizi hesaplamak için O yarattı… (En’am 96)”

“Güneş de bir delildir onlara, akar gider yörüngesinde… (Yasin 38)”

“Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler (Yasin 40)”

 

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ

VAKİTLER

KIBLE

HİCRİ TAKVİM

SONUÇ

KAYNAKÇA


GİRİŞ

Eşref-i mahluk olarak yarattığı insanın dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşması için onu ibadetle mükellef tutan yüce Rabbimiz, bu ibadetleri belli vakitlere bağlı kılmakla, tüm hayatımızı disiplin altına almayı murad buyurmuştur. Gerçekten İslam dininde namaz, oruç, zekat ve hac gibi temel ibadetler belirli zaman aralıklarına tabi kılınmıştır; Nisa sûresinin 103. ayetinde bu durum, “namaz belirli vakitlerde müminlere farz kılınmıştır” ifadesiyle beyan edilmektedir. Örneğin dinin direği sayılan namaz ibadeti, her gün beş ayrı vakitte eda edilmektedir. “Vaktin girmesi” ile farz olan namaz, eğer belli süre içinde kılınmazsa “vaktin çıkması” ile kazaya kalmaktadır. Bu “vakit” namazlarının başlangıç ve bitiş vakitlerinin haricinde bir de “kerahet vakitleri” dediğimiz, namaz kılmanın tahrimen mekruh olduğu vakitler mevcuttur. Keza oruca başlama (imsak) ve iftar da bu günlük vakitlere göre gerçekleştirilmektedir. Zekat, hac ve oruç gibi ibadetler ise, bir yıllık periyotlarla tekrarlanmaktadır. Bazı dini önemi haiz gün ve geceler de aynı şekilde yıllık takvime bağlanmıştır.

Tüm bu ibadet vakitlerinin insanlar tarafından kolaylıkla belirlenebilmesi için günlük ve yıllık zaman dilimleri, yukarıdaki ayetlerde bildirildiği üzere, güneş ve ay hareketlerine bağlı kılınmıştır. Belli bir hesaba göre hareket eden güneş ve ay ise Allah‘ın gökyüzündeki ayetlerinden olduğu içindir ki Müslümanlar, astronomi ile her zaman yakından ilgilenmişler ve ibadet vakitlerinin hesaplanmasına yönelik çalışmalarda bulunmuşlardır.

Bilgi çağının getirdiği son derece yüksek yaşam temposu, saatlerimizi ve hatta dakikalarımızı bile programlı yaşamak zorunluluğunu beraberinde getirmiştir. Bu hengâme ve hercümerç içerisinde ibadetlerimizi aksatmadan yerine getirebilmek için ibadete ilişkin vakitlerin tanımını, hesaplanışını ve içerebileceği belirsizlikleri iyi bilmemiz elzemdir. Bu yazının hedefi de okuyucularına hem bu temel bilgileri kazandırmak, hem dikkatleri gökyüzüne çevirerek bir tefekkür penceresi aralamak olacaktır.

Yazının tamamını incelemeye vakti olmayan veya konunun teorisi ile ilgilenmeyen okuyucularımızın, Sonuç bölümünde sıraladığımız özet bilgi ve pratiklere göz atmasını tavsiye ediyoruz.

 

VAKİTLER

Bu bölümde, beş vakit namaza ait başlangıç ve bitiş vakitleriyle, mekruh addedilen vakitleri açıklamaya çalışacağız. Bunu yaparken de önce vaktin, ayet ve hadislerde ortaya konan tanımını verecek, sonra bu tanımdan yola çıkarak bazı kurallar oluşturacak ve bu kurallar ışığında vakitlerin astronomik yöntemlerle nasıl hesaplanabileceğini göstereceğiz. Ayrıca vaktin hesap yoluyla tayininde ortaya çıkan bazı güçlüklerden dem vuracak, bu bağlamda temkinlerden ve takvimler arasındaki farklılıklardan bahsedeceğiz. Son olarak da uç enlemlerdeki, yani kutuplara yakın bölgelerdeki vakitlerin durumunu irdeleyeceğiz.

 

NAMAZ VAKİTLERİ

Müslümanlar üzerine farz olan günlük beş vakit namaza ait başlangıç ve bitiş vakitlerdir. Orucun başlangıcı ve iftara ait hükümler de yine bu vakitlere dayandırılmaktadır.

Tanımlar

Vakitlerin tanımları ile ilgili dayanaklar Kur’an ayetleri ve hadislerdir. Namaz vakitlerine Kur’ân-ı Kerim’de mücmel olarak işaret edilmiş[1]; bu vakitlerin ince bir şekilde tayini ise Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) sünnetine bırakılmıştır. Vakitler Cebrâîl vasıtasıyla Peygamberimiz’e (sallallahu aleyhi vesellem) öğretilmiştir; Cebrâil (a.s.) gelerek namazı bir defa ilk vakitlerinde, bir defa da son vakitlerinde kıldırmak suretiyle namazın vakitlerini göstermiş ve “işte bu iki vakit arasında geçen süreler, namazların vakitleridir” demiştir. Hz. Peygamber de ashabına bu vakitleri fiilî ve sözlü olarak bildirmiştir[2]. Bir hadiste “Her namazın vaktinin başlangıcı ve sonu vardır; öğle namazının ilk vakti güneşin batıya meylettiği zamandır, sonu ise ikindi vaktinin girmesidir. İkindinin ilk vakti, vaktinin girdiği andır, sonu ise, güneşin sarardığı zamandır. Akşamın ilk vakti güneşin battığı zamandır, sonu da, şafağın kaybolmasıdır. Yatsının ilk vakti şafağın kaybolduğu andır, sonu ise gece yarısıdır. Sabah namazının ilk vakti fecrin zuhuru, sonu ise güneşin doğmasıdır.” buyurmuştur[3]. Şimdi bu ve benzeri hadislerden yola çıkarak her bir namaz vaktine ait tanımları belirlemeye çalışacağız:

Öğle Vakti: Hadise[3] göre öğle vakti, güneş tepe noktasını aşıp batıya meylettiği anda girmekte ve ikindi vaktine kadar devam etmektedir. Ayetle de sabit olan[4] öğle vaktinin başlangıcı hakkında ihtilaf yoktur. Öğle vakti, ikindiye kadar devam etmektedir.

İkindi Vakti: Hadisten[3] anlaşılacağı üzere ikindi vaktinin başlangıcı, Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) tarafından sözlü olarak açıkça belirtilmemiş, ancak fiilî olarak gösterilmiştir. Muhtelif hadislerde ikindinin, “her şeyin gölgesi kendisi kadar” olduğunda kılındığı rivayet edilmektedir. Bu durumu açıklama sadedinde bir rivayette ise, “öğle vakti adamın gölgesinin şirak (ayakkabı bağı) kadar olduğu ve ikindinin, adamın gölgesi şirak ile adamın boyunun misline ulaştığında kılındığı” belirtilmektedir[5]. Buna göre ikindinin ilk vakti, her şeyin gölgesi, öğle vaktindeki gölgesinden kendi boyu kadar uzadığında girmektedir. Ancak Ebu Hanife’ye göre ikindi vakti, her şeyin gölgesi, öğle vaktindeki gölgesinden kendi boyunun iki misli kadar uzadığında girmektedir. İmâm-ı Âzam’ın bu konudaki delili ise Peygamberimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) “Öğle vaktini, hava serinlediği zaman kılın. Çünkü öğle vaktindeki hararetin şiddeti, cehennemin hararetinin şiddetinden kaynaklanmıştır” hadisidir. İkindinin sonu ise yukarıdaki hadiste[3] “güneşin sarardığı zaman” olarak açıklanmıştır. Bunu, güneş sarardıktan sonra ikindiyi kılmanın mekruh olduğu şeklinde anlamalıyız; zira “Güneş batmadan önce ikindi vaktinden bir rekâta yetişen kimse ikindi namazına yetişmiştir” hadisine göre ikindinin vakti, güneş batıncaya kadar devam etmektedir.

Akşam vakti: Hadise[3] göre güneşin batmasıyla başlar. Tepeler vs. engeller nedeniyle batı ufkunun görülememesi durumunda vaktin ne zaman gireceği konusu ise Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) bir hadisinde “doğudaki tepelerin kararması” ifadesiyle açıklığa kavuşturulmuştur. Bu ifadeye göre akşam vaktinin girmesi için, yöredeki en yüksek mevkiden bakıldığında dahi güneşin batmış olması şarttır. Zira güneş batarken ışığı karşı tarafa, yani doğu tarafına yansır. Doğudaki tepelerden ışığın kaybolması ise, civarda güneşin batışının izlenebildiği en yüksek noktadan bakıldığında dahi güneşin tamamının ufkun altına inmesi demektir. Hadiste akşamın son vakti şafağın kaybolması, yani yatsı vaktinin girmesi olarak tanımlanmıştır. Ancak Cebrâil’in (a.s.) namaz vakitlerini öğrettiği her iki günde de akşam namazını tek bir vakitte kıldırmış olmasına dayanarak, akşam namazı vaktinin güneşin batmasıyla başlayan dar bir vakit olduğu İmam Maliki tarafından içtihad edilmiştir. “Akşam namazını yıldızların iç içe göründüğü zamana kadar tehir etmedikleri müddetçe ümmetim hayır (yahut fıtrat) üzerindedir” hadisi de akşam namazını geciktirmenin her halükarda mekruh olduğunu göstermektedir.

Yatsı vakti: Hadise[3] göre şafağın kaybolmasıyla başlayıp, geceyarısı sona ermektedir. Bir rivayette ise yatsının son vaktinin “gecenin üçte biri geçince” olduğu bildirilmiştir. Ancak Ebu Katâde’nin rivayet ettiği bir hadiste “bir namazın vaktinin, diğer namazın vakti girinceye kadar devam ettiği” bildirilmektedir. Buna göre yatsı vakti, sabah namazı vakti girinceye kadar devam etmekle birlikte, gecenin üçte biri veya yarısından sonraya bırakmak mekruhtur.

Şafağın kaybolması hadisesi konusunda ihtilaf mevcuttur. İmâm-ı Âzam şafağın, ufuktaki beyazlık (beyaz şafak) olduğunu ifade etmiş, diğer mezhep imamları ise şafağı ufuktaki kızıllık (kızıl şafak) olarak anlamışlardır. Güneşin batmasıyla önce ufukta bir kızıllık oluşmakta, ardından bu kızıllık solarak yerini beyazlığa bırakmaktadır. Buna göre, Ebu Hanife hazretlerinin esas aldığı yatsı vakti, ufuktaki beyazlığın (görülebilir aydınlık) tamamen kaybolduğu andır; bu ise diğer imamların esas aldığı yatsı vaktinden daha sonra oluşmaktadır. Sahabeler (r.a.) arasında da bu konuda görüş birliği olmadığını, örneğin Hz. Ali, Hz. Ömer ve oğlu ile Hz. İbni Abbas’ın kızıl şafağı esas aldığını; Hz. Ebubekir, Hz. Muaz bin Cebel, Hz. Enes, Hz. Ebu Hureyre ve Hz. Aişe’nin ise beyaz şafağa göre amel ettiklerini görüyoruz.

Sabah namazı vakti: Hadiste[3] belirtildiğine göre sabah namazı vakti fecrin doğması ile başlayıp, güneşin doğması ile sona ermektedir. Fecrin ne zaman doğmuş kabul edileceği ise, Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) tarafından “Fecr-i kâzib size mani olmasın, fecr-i sadık karşınıza çıkıncaya kadar yiyin için” hadisiyle[6] açıklanmıştır. Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem), fecr-i sadık’ı tarif sadedinde, “O, enlemesine görülen aydınlıktır, uzunlamasına görülen değil[7] buyurmuştur. Buna göre, imsak zamanı gökyüzünün ufuk hizasında önce uzunlamasına bir aydınlık belirmektedir. Ufuğa dik şekilde oluşan ve kurt kuyruğuna da benzetilen bu ince ve zayıf aydınlık (fecr-i kâzib) bir müddet sonra yerini, enlemesine yayılarak genişleyen bir beyazlığa (fecr-i sadık) bırakmaktadır. Fecr-i kâzib olarak nitelendirilen hadisenin, fecirden önce tipik olarak müşahede edilen Zodyak ışıması olabileceği düşünülmüştür. Gezegenler arası boşluktaki toz zerrelerinin güneşi yansıtmasından kaynaklanan bu ışıma, hadiste tarif edildiği gibi fecr-i sadıktan az önce görülmekte, tabanı ufuğa dayalı, ucu ise güneş yörüngesini (ekliptik) gösterir bir piramide benzemektedir (Şekil 1).

 

Şekil 1.    Zodyak Işıması

Sabah namazının ilk vakti olan fecr-i sadık aynı zamanda orucun da başlama vakti olduğundan imsak sözcüğüyle isimlendirilmiştir. Sabah namazının son vakti olan güneşin doğması ile kastedilen ise güneşin üst ucunun, ufuk hattı üzerine yükselerek görünür hale gelmesidir.

Kurallar

Burada, namaz vakitlerine ilişkin ayet ve hadislerde belirtilen tanımların, vaktin hesap yoluyla bulunabilmesi için belli kurallara dönüştürülmesinden bahsedeceğiz. Yukarıdaki tanımlamalara baktığımızda güneşin doğuşu/batışı, batıya meyledişi gibi ifadelerle karşılaşmaktayız. Bunlar bize, Müslümanların günlük ibadetlerinde kullandıkları vakitlerin tayininde, güneşin temel bir faktör olduğunu göstermektedir. Keza gölgelerin boyu ve şafağın doğuşu da güneşin gökyüzündeki konumuyla doğrudan ilgili hadiselerdir. Bu sebeple hesap kurallarının oluşturulmasında güneşin yörüngesi temel alınmaktadır. Güneşin gökyüzünde izlediği örnek yörüngeler aşağıya çıkarılmıştır. Şekil 2’deki yörüngeler Ankara (40º kuzey enlem) için çizilmiş olup, soldaki yörünge 21 Haziran’a, sağdaki ise 21 Aralık’a aittir. Düzlemin üstünde kalan turuncu bölüm gündüzü, altında kalan mavi bölüm ise geceyi göstermektedir. Düzlemi çevreleyen çember ise ufuk hattını temsil etmektedir.

 

Şekil 2.    Tipik Güneş Yörüngesi

Şekilden anlaşıldığı üzere güneş, her gün doğu cihetinden ufuk çizgisini keserek yükselmekte, en üst noktaya ulaştıktan sonra tekrar alçalarak ufuk çizgisini batı cihetinden aşağıya doğru kesmektedir. Yaz ve kış yörüngelerinin farklı olduğu, yazın güneşin daha uzun süre ufkun üzerinde kaldığı ve ufku kuzeye yakın noktalardan kestiği müşahede edilmektedir. Kışın ise güneş, daha kısa süre ufkun üzerinde kalmakta ve ufku güneye yakın noktalardan kesmektedir. Yani aslında güneş her gün, bir önceki günden biraz daha farklı bir yerden doğmakta ve batmakta; böylece spiral bir yörünge takip etmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de beyan buyrulan “doğuların ve batıların Rabbi” ifadesinin[8], başka anlamlarının yanı sıra bu gerçeğe de işaret ettiği tefsir edilmiştir.

Güneşin günlük hareketi olan bir turu esnasında ufuk düzlemiyle yaptığı açı (yataya göre yaptığı dikey açı) zamana bağlı olarak sürekli değişir. Güneşin gökyüzündeki yüksekliğini ifade eden ve Güneş Dikey Açısı adı verilen bu açı, vakitlerin hesaplanmasındaki en temel parametredir. Güneş Dikey Açısı, güneşin merkezi referans alınarak ifade edilir.

Güneşin hareketine ilişkin bu temel bilgiyi aktardıktan sonra, her bir vakte ilişkin kuralların nasıl belirlendiğine geçelim:

Öğle Vakti:

Öğle vakti, tanımı gereği güneşin batıya yönelmesi ile başlamaktadır. Günün ilk yarısında doğu tarafında bulunan güneş, günün ikinci yarısında batı tarafına geçer. Günün tam ortasında ise güneş merkezi, üzerinde bulunduğumuz meridyene dik konuma gelir (başucu=zenit konumu); yani bulunduğumuz noktada kuzey/güney yönünde uzanan yere dik itibari düzlem güneşin merkeziyle çakışır. Bu esnada güneş, (ekvator kuşağı hariç olmak üzere) kuzey yarımkürede tam güneyi ve güney yarımkürede tam kuzeyi gösterir (bkz. Şekil 2). Güneşin en yüksekte olduğu bu vakitte (zeval vakti) namaz kılmak yasaklandığından, öğle vaktinin girmesi, yani güneşin batıya meyletmiş sayılması için en azından, güneş bu meridyen düzlemini terk edinceye kadar beklenmesi gerekmektedir. Bu süre zarfında meridyen hattı, güneş merkezinden güneş yuvarlağının kenarına ulaşıp dışına çıkar. Güneş yuvarlağının dünyadan görünen yarıçapının gökyüzünde kapladığı açı yaklaşık 0,27° olduğuna ve güneş 1 dereceyi 4 dakikada kat ettiğine göre (bir gün=1440 dakika / 360 derece), güneşin merkezinden kenarına bir yarıçap kadar hareket etmesi ve başucu dışına çıkması için 1 dakikadan biraz fazla bir zamanın geçmesi gerekir. Bu nedenle öğle vaktinin hesaplanması için zeval vaktine 2 dakika ilave edilmelidir.

Zeval vaktinde güneşin o gün için en yüksek noktaya ulaştığını belirtmiştik. Bu durumda zeval vaktindeki Güneş Dikey Açısı, o günün en yüksek açısı olmaktadır. Zeval Dikey Açısı olarak adlandırılan bu açı, ikindi vaktinin hesabında kullanılmaktadır. Zeval vaktinde güneşin en yüksekte bulunması, bu vakitte gölgelerin de en kısa olması anlamına gelmektedir. Zeval anındaki gölgenin uzunluğuna Zeval Gölgesi(fey-i zeval) denir. Zeval Gölgesi de ikindi gölgesinin hesabında kullanılır:

İkindi Vakti:

İkindinin vakti, hadiste ifade edildiği üzere, bir cismin gölgesinin, ikindi gölgesi olarak tanımlanan uzunluğa erişmesiyle başlamaktadır. İkindi gölgesinin ne olduğu konusunda ise, Tanımlar bölümünde açıklandığı üzere mezhepler arasında farklılık mevcuttur. Şafii, Maliki, Hanbeli mezhepleri ile, İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre bir cismin İkindi Gölgesi, o cismin Zeval Gölgesi uzunluğuna cismin kendi uzunluğunun eklenmesi ile bulunur. Yani 1 m.lik bir sopanın gölgesi zeval vaktinde 0,5 m. ise, sopanın gölgesi 0,5 m. + 1 m. = 1,5 m.ye ulaştığında ikindi vakti girmiş olur. Bu vakte Asr-ı Evvel denir. İmam Ebu Hanife’ye göre ise ikindi gölgesi, o cismin Zeval Gölgesi uzunluğuna cismin kendi uzunluğunun iki katının eklenmesi ile bulunur. Yani örneğimizdeki sopanın gölgesi, 0,5 m. + 2 m. = 2,5 m. olduğunda İmam Ebu Hanife’ye göre ikindi vakti girmiş olur. Bu vakte ise Asr-ı Sani adı verilir. Zeval, Asr-ı Evvel ve Asr-ı Sani gölgelerinin oluşumu Şekil 3’te verilmiştir.

 

Şekil 3.    İkindi Vaktinin Tayini

İkindi vaktine ait bu ihtilaf nedeniyle en temkinli davranış, öğle namazını Asr-ı Evvel’den önce, ikindi namazını ise Asr-ı Sani’den sonra kılmaktır. Ancak zorda kalındığında ikindi Asr-ı Sani’den önce kılınabileceği gibi, Asr-ı Evvel’e kadar kılınamamış öğle namazı da kaza edilmeyerek (Asr-ı Sani’ye kadar) kılınabilir. Böyle bir uygulamanın, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” hadisine de uygun olacağına işaret etmek istiyoruz.
Akşam ve Güneş Vakitleri:

Akşam vaktinin girmesi için güneşin tamamen batması lâzım geldiğini hadislerden anlıyoruz. Bu ise, güneşin üst ucunun, ufuk çizgisinin altına inmesi ile mümkün olur. Güneş merkezinin ufuk hizasında olduğu an, zahiri Güneş Dikey Açısının 0° olduğu andır. Üst ucunun ufuk çizgisine gelmesi için ise merkezinin güneş yarıçapı kadar, yani 0.27° alçalması gerekir. Ancak burada hesaba katılması gereken başka bir husus vardır ki o da atmosferin güneş ışınlarını kırma özelliğidir:

Atmosferi oluşturan moleküllerin boyutu, görünür ışığın dalga boyundan çok daha küçük olduğundan, güneş ışınları atmosferden geçerken kırınıma uğrar. Literatürde Rayleigh kırınımı (saçınımı) olarak bilinen bu hadise, atmosfere giren güneş ışınlarının yönünün değişmesine sebep olmaktadır. Bu değişimde ışığın hareket istikameti, az yoğun katmandan daha yoğun katmana doğru olmaktadır; yani boşluktan gelen ışık, gittikçe daha yoğunlaşan bir gaz tabakası içinde hareket ettikçe içeri (yeryüzüne) doğru kırılmakta ve dikey açısı artmaktadır. Bu da güneşin, gerçekte bulunduğu yerden daha yukarıda görülmesine sebep olur. Yani güneşin gerçekteki (astronomik) yüksekliği (gerçek Güneş Dikey Açısı), dünyadan görülen yüksekliğinden (zahiri Güneş Dikey Açısı) daha azdır. Aradaki fark, Kırılma Açısı olarak bilinir:

 

Kırılma Açısı = zahiri Güneş Dikey Açısı - gerçek Güneş Dikey Açısı

Yeryüzünden yukarı doğru çıkıldıkça (yani irtifa kazandıkça) atmosferin yoğunluğu sürekli olarak azalmakla ve takriben 100 km.den sonra pratik olarak etkisi kalmamaktadır. Buna göre atmosferin belli bir fiziki kalınlığı olduğundan bahsedilebilir. Kırılma miktarının da ışığın atmosferde kat ettiği yola, yani atmosferin kalınlığına bağlı olduğuna dayanarak, güneş ışınlarının sabit oranda kırıldığı ve böylece Kırılma Açısının da sabit olduğu düşünülebilir. Ancak, ayetlerini gonca gibi içi içe sarmalayan yüce Yaratıcı, burada da bize bir sürpriz hazırlamıştır:

Dünya yuvarlak olduğundan, onu saran atmosfer de küre biçimindedir. Güneş ufka doğru alçaldıkça, yani Güneş Dikey Açısı azaldıkça güneş ışınlarının atmosfer içinde kat ettiği mesafe de artmaktadır (Şekil 4).

 

Şekil 4.    Güneş Dikey Açısına bağlı olarak Optik Atmosfer Kalınlığı

Atmosferin optik kalınlığı olarak nitelendirilebilecek bu mesafe, güneş yeryüzüne tam dik konumdayken onun fizikî kalınlığına eşittir; ancak güneş alçaldıkça kalınlık artmaya başlar ve özellikle güneşin ufka çok yaklaşıp neredeyse teğet hale geldiği doğuş ve batış anlarında optik kalınlık birkaç katına ulaşır. İşte bu sebeple güneş ışınlarının atmosfer tarafından kırılma oranı (Kırılma Açısı) sabit olmayıp, güneşin yeryüzüyle yaptığı dikey açının (Güneş Dikey Açısının) bir fonksiyonudur. Kırılma açısının Güneş Dikey Açısına bağlı olarak değişimi Şekil 5’te görülmektedir.

 

Şekil 5.    Güneş Dikey Açısına bağlı olarak Kırılma Açısı

Şekilde verilen grafik değerleri, standart atmosfer koşulları için verilmiş olup, gerçek değerlerin ise hava sıcaklığı, basınç, nem ve zerre miktarı gibi bazı meteorolojik parametrelere bağlı olarak %10 civarında farklılık gösterebileceği hatırdan çıkarılmamalıdır. Örneğin soğuk hava ya da deniz üzerindeki havada yoğun miktarda tuz moleküllerinin bulunması, ışığın daha fazla kırılmasına neden olur.

Yukarıda anlatılanlar ışığında anlıyoruz ki, biz güneşin batmak üzere olduğunu gördüğümüzde aslında güneş çoktan ufuk hizasının altına inmiştir bile… Şekil 6’da görselleştirilen bu gerçeği akşam vakti kuralını oluştururken hesaba katmamız gerekecektir:

 

Şekil 6.    Ufkun Altındaki Güneşin Görülmesi

Akşam vaktinin girme şartı olan güneşin tamamen batması anı için yukarıda esas aldığımız -0,27° açı değeri (eksi değer ufkun altını belirtir), görünen (zahiri) Güneş Dikey Açısıdır. Gerçek Güneş Dikey açısı ise, yukarıdaki denkleme göre bu değerden kırılma açısı kadar eksiktir. Şekil 5’ten, -0,27° dikey açı için kırılma miktarını 0,57° olarak buluruz (-0,27° güneşin ufuktan görülebildiği sınır değer olduğundan grafiğin ilk noktasıdır). Buna göre güneşin tamamen battığının müşahede edilmesi için (gerçek) Güneş Dikey Açısının -0,27°-0,57° = -0,84° olması gereklidir. Nem ve sıcaklık gibi meteorolojik faktörlerin neden olacağı hesap hatası, -uç enlemler hariç olmak üzere- 1 dakikadan daha azdır.

Vaktin tayinine etki eden bir diğer husus da irtifadır. Güneşin gözlendiği yerin, battığı ufuk noktasından daha yüksek olması durumunda, dünyanın yuvarlaklığından kaynaklanan bir bakış açısı değişimi oluşur. Örneğin biz bir dağın tepesinde bulunuyorsak ve güneş deniz üzerinden batıyorsa, bizim ufuk hizasının altını müşahede ediyor olmamızdan ötürü güneşi daha uzun süre görürüz; yani güneşin batması ve vaktin girmesi daha geç oluşur. Kabaca ifade edersek, derece cinsinden dikey açı farkı, km. cinsinden irtifa farkının karekökü kadardır. Örneğin İstanbul’un 267 rakımlı Çamlıca tepesinden kışın güneşin deniz üzerindeki batışı seyredildiğinde, deniz seviyesine göre yaklaşık 0,5°lik bir açı farkı oluşacaktır (ki bu da takriben 3 dakikaya tekabül eder). Bu nedenle akşam vakti hesap edilirken, yöredeki en yüksek mevkiye ait irtifa ile, buradan güneşin üzerine battığı noktaya ait irtifa farkının göz önüne alınması ve buna göre bir temkin değeri eklenmesi gerekir. İrtifa farkının pratikte 10 m.den az olamayacağını kabul ettiğimizde Güneş Dikey Açısını -1° almak uygun olacaktır.

Ebu Dâvud’un bir rivayetinde güneşin batışı, “hâcibin (güneşin kaşının) kaybolması” ile birlikte zikredilmektedir. Bazı şarihlere göre hâcib, güneş yuvarlağının hemen üzerindeki kızıllığı tasvir etmektedir. Bu görüşe itibar edilmesi durumunda akşam vaktinin girmesi için, güneşin tamamının ufuk çizgisi altında kaybolmasını takiben çevresindeki kızıl bölgenin de batması gerekeceğinden, temkin değerine 2 dakika eklenmelidir.

Sabah namazı vaktinin sonu olan güneşin doğması hadisesi ise, batması hadisesi ile paralellik gösterir. Yani yukarıda anlatılan hususlar aynen geçerli olup, dikey açı olarak yine -1° kullanılır.

Yatsı ve imsak vakitleri:

Hadise göre yatsı vaktinin tanımı, şafağın kaybolması, imsak vaktininki ise hakiki fecrin zuhurudur. Fecrin/şafağın oluşması ise, tamamen atmosfere ve onun ışığı kırma özelliğine dayanmaktadır. Eğer atmosfer olmasaydı, güneş battığı anda etraf kapkaranlık olacak ve alacakaranlık oluşmayacak, böylelikle yatsı ve imsak vakitlerinden söz edemeyecektik. Peki ışığın kırılması, alacakaranlığın oluşumuna nasıl sebebiyet vermektedir?

Rayleigh etkisi, yani atmosferin güneş ışınlarını kırma özelliği, ışığın rengine yani dalga boyuna bağlı olarak değişim göstermektedir. Birbirine ters orantılı bu bağıntı sonucu, görece daha düşük dalga boyuna sahip olan mavi ışınlar, kırmızı ışınlardan daha fazla kırılıma uğrarlar. Güneşten gelen kırmızı ışınların yaklaşık %5’i, atmosferden geçerken kırılmakta ve gözümüze ulaşamadan saçınmaktadır. Mavi ışınlarda ise bu rakam %20 civarına kadar yükselir. Güneşten bize gelen mavi ışınların daha fazla kırılması, güneş istikametinden dışa doğru bükülmelerine yol açar ve güneşin bize ulaşan huzmesindeki renk tayfında daha az mavi bulunmasına sebep olur. Bizim gökyüzündeki güneşi sarımsı beyaz görmemiz bu sebeptendir; yoksa güneşin atmosfer dışından gözlenen rengi “günışığı” flüoresan ampullerin rengi gibi donuk beyazdır. Güneş huzmesinden dışarı sevk olunan mavi ışınlar ise atmosfer tarafından yansıtılarak bize gökyüzünün mavi rengini verir. Evet, Rabbimiz, atmosfere ışığı kırma özelliği vererek hem güneşin rengini “ısıtmış”, hem de gökyüzümüzü renklendirip şenlendirmiş ve kapkara olmaktan kurtarmıştır (Şekil 7).

Şekil 7.    Atmosfer Dışından Gökyüzünün Görünümü

Işığın dalga boyuna bağlı olarak kırılmasıyla, yukarıda bahsettiğimiz optik kalınlık etkisi birleşince, manzara daha da enfesleşir: Güneş iyice alçaldığında, optik kalınlık artar ve maviler daha çok kırılmaya başlar; artık güneş tayfındaki mavi renk iyice azalmış ve güneş sararmaya başlamıştır. Hatta gurûba yakın güneş altın sarısı bir topa dönüştüğünde, güneşin yakın çevresi de maviden yana iyice fakirleşir ve sararır; buna karşılık güneşten uzaklaşıldıkça mavi oranı artmaya başlar. Gökyüzünde turuncudan sarıya, türkuazdan maviye bir renk cümbüşü hâsıl olur (Şekil 8). Güneşin batmasının ardından ise şafak, ufuktan yukarı doğru kızıldan maviye dönüşen bir şerit halinde gökyüzünü kaplar. Öyle ki zamanın ilerlemesiyle bu şerit alçalır; önce kızıllık ve ardından da sönük haldeki beyazlık yavaş yavaş kaybolur.

Şekil 8.    Optik kalınlık ve Rayleigh etkisi

Buraya kadar anlattıklarımızla, Tanımlar bölümünde bahsedilen kızıl şafak ve beyaz şafağın oluşma sebeplerine bir nebze değinmiş olduk. Şimdi ise, şafağın hesaba dökülmesindeki zorluklara değinmeye çalışacağız.

Güneş, öğle, ikindi ve akşam vakitlerinin tayinindeki şer-î hükümler güneşin yörüngesi ve gökyüzündeki konumuna bina edilmiştir. Güneşin yörüngesi bugün çok yüksek hassasiyetle bilinebildiğinden, bahse konu dört vaktin -yöreye ait coğrafi konum bilgisi dâhilinde- kesin olarak neredeyse saniye hassasiyetinde hesaplanması mümkün olmaktadır. Ancak imsak ve yatsı vakitleri için durum daha farklıdır; zira bu vakitlerin tayini, fecr-i sadık ve şafak hadiselerine bağlanmıştır ki bunların oluşma/kaybolma zamanları, aşağıda sıraladığımız nedenlerden ötürü aynı kesinlikte belirlenememektedir:

  • Öğlenin başlangıcı sayılan güneşin batıya meyli veya akşamın şartı olan güneşin batması, müşahedede bulunan tüm gözlemciler tarafından aynı dakika içinde onaylanabilirken, atmosfer kaynaklı fecir ve şafak hadiseleri, diğerleri gibi ani ve keskin değişiklikler şeklinde belirmeyip yavaş geçişlerle bir süreç dâhilinde açığa çıktıklarından, gözlemciye daha bir bağımlıdırlar. Örneğin fecr-i sadık, ayette “siyah ipliğin beyaz iplikten ayırt edilebildiği (tebeyyün ettiği) an” olarak ortaya konmuş[9] ve Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) tarafından da “enlemesine görülen aydınlık” olarak açıklanmıştır; ancak fecr-i kâzibin ne zaman bitip gerçek fecrin ne zaman başladığı, tebeyyün için hadiste geçen enlemesine beyazlığın hangi genişliğe ulaşması lâzım geldiği net değildir. Bazı âlimler beyazlığın genişlemeye başladığının fark edildiği ilk anı esas alırken, diğerleri beyazlığın ufuk üzerinde takriben 30° yatay genişliğe ulaşması gerektiğini ileri sürmektedirler.
  • Alacakaranlık geçişinde gökyüzünün ufuk hizasında izlediğimiz bu iki boyutlu ışık ve renk değişimleri, müşahede eden bireyin görüş kabiliyetine ve yorumuna da bağlılık arz etmektedir. Günün ilk (fecr-i sadık) ya da son (beyaz şafak) ışıklarının gece karanlığından ayırt edilmesi, gözün karanlığa adaptasyonu ve görme kabiliyeti ile doğrudan ilgilidir. Gece gökyüzündeki ışık seviyesinin, gündüze oranla yüz milyonda bire düşmesi, bu müşkülü izaha yeter sanırız. Ayrıca doğal (ay ışığı) ve yapay (şehir aydınlatması) ışıklar, gökyüzünün gece boyunca devam eden aydınlık seviyesine etki ederler. Bu nedenle dolunayın mevcut olduğu gecelerde veya bol ışıklı şehirlerde gökyüzü daha aydınlık olacağından, tan yeri ağarması daha geç fark edilebilecek ve şafak daha erken kaybolacaktır.
  • Fecir ve şafak vaktine tesir eden diğer bir etmen de atmosfer şartlarıdır. Alacakaranlık oluşumuna atmosferin ışığı kırma özelliğinin sebep olduğunu belirtmiştik. Kırılma etkisi ise sıcaklık, basınç, nem, sis/duman vb. birçok parametreye bağlı olarak değişir. Bu ise, imsak ve yatsı vakitlerinin atmosfer şartlarına bağlı olarak zaman ve mekâna göre farklılık göstermesine neden olur. Havanın açık veya bulutlu olmasının da gözleme etkisi bulunmaktadır.
  • İrtifa farkı da yine aynı şekilde fecir/şafak vaktine etki eder.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında bir kez daha hatırlatmak istiyoruz ki vakitlerin tayininde esas olan müşahededir. Özellikle imsak ve yatsı vakitleri için mümkün olduğunca gözlemde bulunulmalı, bu sağlıklı olarak yapılamıyorsa hesaba itibar edilmelidir. Hesaba uyulduğunda da zikredilen belirsizlikler göz önüne alınarak temkinli davranılmalıdır. Bu itibarla sabah ve yatsı namazları biraz geciktirilmeli, akşam ise acele edilmelidir ki sünnete uygun davranış da böyledir.

Şimdi gelelim imsak vaktinin hesabına ilişkin kurallara… Bu vaktin hesaplanabilmesi için de, diğer vakitlerde olduğu gibi bir dikey açının tayini gerekmektedir. Müslüman âlimler bu konuya öteden beri ilgi duymuş ve araştırmalarda bulunmuşlardır. Hicri 4. yy.da doğan ve Şekil 5’teki Kırılma Açısını ilk defa hesaplayan Mısırlı astronom İbn-i Yunus, 14 yy. muvakkitlerinden İbn-ül Şâtir, küresel trigonometrinin babası Nasreddin el-Tûsi gibi âlimler, fecir (ve bunun simetriği sayılan beyaz şafak) için -19° (ufkun 19 derece altı) dikey açıyı esas almışlardır. Vakitlerin hesap yöntemiyle tayininin revaç bulduğu 15. yy.dan itibaren Mısır, Suriye ve kutsal topraklar dâhil olmak üzere Osmanlı coğrafyasında imsak için referans alınan bu değer, Türkiye’de de 1982 yılına kadar kullanılmıştır. Batıda alacakaranlık evrelerine ilişkin yapılan gözlemevi araştırmalarının sonucunda astronomik alacakaranlığın, -12° ilâ -18° arasında oluştuğu ve -18°den sonra alacakaranlık izinin tespit edilemediği hükmüne varılmış ve bu -18° sınır değeri, özellikle Batılı Müslümanlar arasında imsak açısı olarak kabul görmüştür. 1982 yılından itibaren Diyanet takvimlerindeki imsak vakitleri de -18° esas alınarak hazırlanmaktadır. Türkiye Gazetesi takvimi ise -19° değerini kullanmaya devam etmektedir.

Yatsı vaktine ilişkin olarak ülkemizde İmameyn görüşü esas alınmakta ve kızıl şafağa itibar edilmektedir. Kızıl şafakla beyaz şafak arasında yaklaşık 2° dikey açı farkı olduğu kabul edildiğinden, hâlihazırda Türkiye’de yatsı vakti için -17° esas alınmaktadır.

Yakın dönemde, özellikle İngiltere ve A.B.D.de, fecr-i sadık olayının -18°de görülüp görülemeyeceği hususu çok tartışılmıştır. Bu tartışmalarda -18° değerinin, astronomik alacakaranlığa ilişkin üst sınır olduğu ve bunun fecr-i sadık tanımıyla örtüşmediği iddia edilmiştir. Belçikalı astronom Marcel Minnaert’in, “-17° civarında Zodyak ışığının (fecr-i kazib) görüldüğü, -16/17°de ise tan yeri ağarmasının optik aletlerle gözlemlenebildiği” şeklindeki ifadesi de bu yargıya mesnet yapılmıştır. Buna dayanarak, -18° dikey açı değerinin, ancak orucun başlamasına yönelik temkinli bir vakit olarak kullanılabileceği, fakat sabah namazının bu vakitte kılınmasının sahih olmayacağı ihtar edilmiştir. Bu görüşteki âlimler, yaptıkları birtakım gözlemler ışığında imsak ve yatsı (beyaz şafak) vakti hesabında -15° dikey açı değerini esas almışlardır.

Müşahedenin önemine inanan bazı âlimler, imsak/yatsı vakitlerindeki bu müşkülün çözümü için uzun süreli gözlemlere yönelmişlerdir. Bu konudaki en kapsamlı müşahedelerden biri, 1987 yılının Eylül ayında İngiltere’nin Blackburn, Lancashire bölgesinde başlatılmış ve Hizb-ül Ulema’nın gözetiminde yaklaşık bir sene boyunca devam etmiştir. Bu gözlem sonucunda bazı ilginç bulgular elde edilmiştir:

  1. Fecir ve (beyaz) şafak, astronomik olarak simetrik iki hadise olmalarına rağmen, bunlara ilişkin açıların her zaman eşit olmadığı görülmüştür. Bunun sebebi ise, imsak ve yatsıdaki atmosferik şartların aynı olmaması ile izah edilmektedir. Gerçekten, fecirde karanlığa alışmış bir gözün ilk ışığı tespiti, akşam aydınlığa adapte olmuş bir gözün son ışığı tespitinden daha kolaydır. Keza imsak vaktindeki nem, sis ve özellikle sıcaklık değerleri, yatsıdakinden hayli farklıdır. Bir diğer etmen de imsak ve yatsı vakitlerindeki alacakaranlığın, ufuk hizasında farklı konumlarda oluşması ve böylece farklı yeryüzü şekillerine ait atmosfer tabakalarının ışığı farklı kırması ve farklı konumlardaki irtifaların aynı olmamasıdır.
  2. İmsak ve yatsıya ait Güneş Dikey Açısı değerlerinin yıl boyunca sabit olmayıp mevsimlere göre değiştiği tespit edilmiştir. Örneğin kış aylarındaki dikey açı değerlerinde ufak artışlar gözlemlenmiştir. Bu ise soğuk (ve yoğun) atmosferin ışığı daha fazla kırması ile açıklanabilir. Benzer şekilde, farklı iklimlere sahip değişik coğrafyalarda açı değerlerin farklılık göstereceği çıkarımı yapılmıştır.
  3. Fecir ve (beyaz) şafak açısının gözlem yapılan bölge için yıl boyu -12° ilâ -16° arasında değiştiği, kırmızı şafağın ise -9° ilâ -11° civarında kaybolduğu görülmüştür.

Benzer mülahazalarla Diyanet Başkanlığı da 2006 yılında, rasat yapılmasına ve bu derecelerin rasat sonucuna göre gerekirse yeniden tespit edilmesine karar vermiştir.

Yukarıda değindiğimiz bu belirsizlikler nedeniyle dünya coğrafyasındaki Müslümanlar arasında imsak ve yatsı vaktinin hesabında farklı dikey açılar referans alınagelmektedir (Tablo 1).

 

 

Ülke İmsak Yatsı
Avrupa, Uzakdoğu, A.B.D.’nin güneyi – 18 – 17
Hindistan, Pakistan, Afganistan, Bangladeş – 18 – 18
Afrika, Suriye, Irak, Lübnan, Malezya – 19.5 – 17.5
A.B.D.’nin kuzeyi, Kanada – 15 – 15
Arabistan yarımadası – 19 *)

Tablo 1.

*) Arabistan yarımadasında yatsı vakti, akşam vaktine 90 dakika eklenerek hesaplanmaktadır; bu süre Ramazan ayında 120 dakika olarak uygulanmaktadır.

Kutuplara yakın bölgelerde yaz aylarında (güneşin ufkun çok altına inmemesinden ötürü) gece boyunca şafak kaybolmaz. Bu durumda imsak ve yatsı vakitlerinin astronomik olarak hesaplanması mümkün değildir. Böyle yerlerde yatsı/sabah namazının kılınıp kılınmayacağı veya ne zaman kılınacağı konusu Uç Enlemler başlığı altında açıklanmaya çalışılmıştır.

Astronomik Hesaplama

Şer’i yönden tanım ve kuralları yukarıda zikredilen vakitlerin astronomik yöntemlerle hesaplanması için küresel geometriden faydalanılır. Bütün diğer namaz vakitlerinin hesaplanması için öğle (zeval) vaktinin bilinmesi gerekmektedir. Zira diğer tüm vakitler, öğle vakti referans alınarak bulunur. Bu sebeple önce o güne ilişkin öğle vakti hesaplanır. Doğrusunu Allah bilir ama, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) hadiste vakitleri bildirirken öğle vaktinden başlamasında belki de bu astronomik gerçekliğe bir işaret vardır. Biz de böylece hadisteki sıralamayı aynen takip ederek, okuyucunun anlayacağı seviyede hesap yöntemlerinden bahsedeceğiz.

Öğle vaktinin bulunması için zeval vaktine iki dakika ekleneceğini belirtmiştik. Peki zeval vakti nasıl hesaplanır?

Bunu açıklamak için, isterseniz önce bugün kullanmakta olduğumuz vasati saat sistemine bir göz atalım. Bu sistemde, günün ortası olan zeval vakti, 0º boylam için (Greenwich) standart olarak 12:00 kabul edilmiştir (gecenin ortası olan geceyarısı da 00:00’a denk gelir). Yani tüm dünyada referans olarak kullanılan Greenwich Vasati Saatine (Greenwich Mean Time = GMT) göre 0º boylam üzerinde bulunan yörelerde ortalama (vasati) olarak saat 12:00 iken güneş başucuna denk gelmekte, en üst noktaya ulaşmaktadır.

Bu “vasati” teriminin ne anlama geldiğini biraz sonra açıklayacağız; ama isterseniz önce yerel saati izah edelim. Yerel saat, üzerinde yaşadığımız şehrin ait olduğu saat dilimine göre belirlenir. Örneğin Türkiye +02:00 zaman dilimindedir. Buna göre Türkiye’deki yerel saat, GMT’ye göre iki saat ileridir; yani Greenwich’deki ortalama zeval vakti, Türkiye (yerel) saati ile 14:00’da oluşmaktadır. Anlaşılıyor ki GMT olarak verilen bir vakti yerel saate çevirmek için, o bölgenin saat dilimi eklenmelidir. ABD, Rusya gibi yatayda geniş olan ülkelerde, birden fazla saat dilimi kullanılır. Yaz saati uygulanması durumunda ise vakte bir saat daha eklenmektedir. Bu durumda yerel saat için aşağıdaki formülü kullanılabiliriz:

 

Yerel saat = GMT + Saat Farkı + Yaz Saati

 

Peki diğer boylamlarda durum nasıldır?

Bir gün 24 saat olarak kabul edildiğine ve bu esnada dünya güneşe göre kendi etrafında 360° döndüğüne göre bir saatte 360/24=15 derecelik açı kat etmektedir. Buna göre 15° Doğu enlemindeki bir yerleşim bölgesinde zeval vakti bir saat daha erken gerçekleşecek yani 11:00 GMT olacaktır.

Buna göre diğer boylamlardaki zeval vakti şu formülle hesaplanacaktır:

 

Zeval Vakti (GMT) = Greenwich Zeval Vakti - Boylam/15

Zeval Vakti = Greenwich Zeval Vakti - Boylam/15 + Saat Farkı + Yaz Saati

 

Bu formüllerde vakitler saat cinsindendir. Boylam derece cinsinden ve Greenwich’in doğusu için pozitiftir. Bu formüle göre örneğin 29° Doğu boylamında bulunan İstanbul için yaz aylarında ortalama zeval vakti 13:04 olacaktır.

Şimdi gelelim vasatinin ne anlama geldiğine…

Dünya üzerinde kullanılan saat sisteminin bir günü 24 saat kabul ettiğini söylemiştik. Oysaki 24 saat, bir günün ortalama süresi olup, bir günün gerçek süresi yıl içinde değişiklik göstermekte, periyodik olarak azalıp çoğalmaktadır. Bir günün gerçek süresi, 24 saatten birkaç saniye fazla veya eksik olmakta, bu nedenle gerçek saat, ortalama saatten her gün birkaç saniye ileri veya geri gitmektedir. Her gün beliren bu küçük farklar birbirine eklenerek katlanmakta, böylece gerçek saat ile ortalama saat arasındaki kayma 16 dakikayı bulabilmektedir. Yani gerçek zeval vakti ile ortalama zeval vakti arasında azami 16 dakikalık bir fark oluşabilmektedir. Yıl içinde zeval vaktinin gösterdiği bu değişim, Şekil 9’da verilmiştir. Belli bir güne ait gerçek zeval vaktini bulmak için grafikteki o güne ait kayma miktarı saat 12:00’a eklenir. Örneğin yılın 72. günü Greenwich’teki zeval vakti 12:10’dur.

 

Şekil 9.    Zeval vaktinin yıl içindeki değişimi

Peki bir günün gerçek süresi yıl içinde niye değişmektedir?

Bilindiği üzere, güneşin gökyüzünde izlediği yörünge, dünyanın kendi ekseni ve güneş etrafındaki dönüşünden kaynaklanmaktadır. Dünyanın kendi etrafında dönme süresi, uzak bir yıldızdan dünyaya bakılarak ölçülebilir ve bu süre yıldız günü olarak adlandırılır. Bir yıldız günü, 23 saat 56 dakika 4 saniyedir, yani bizim bildiğimiz günden yaklaşık 4 dakika daha kısadır. Bizim kullandığımız ve vakitlere de temel teşkil eden bir gün ise, güneşten dünyaya bakıldığında, dünyanın kendi etrafında bir tur dönme süresi olup astronomik dilde tropik gün adıyla anılır. Bu dönüş, iki ayrı hareketin bileşenidir:

  1. dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesi
  2. dünyanın güneş etrafında dönmesi

Tropik gün, bu iki farklı hareketin toplanması sonucu ortaya çıkmaktadır (Tropik Gün = Yıldız Günü / (1 – bir Yıldız Gününde kat edilen yörünge açısı / 360º). Dünya gerek kendi ekseni ve gerek güneş etrafında aynı yönde (kuzeyden bakıldığında saat istikametinin aksi yönde) döndüğü için, formülde ifade edilen ilave yörünge açısı pozitiftir ve böylece bir tropik gün, bir yıldız gününden daha uzun olmaktadır. İlave açı dünyamız için ortalama 1 derecedir. Bu nedenle formüle göre yıldız günü ile tropik gün arasında 1/360 oranında bir fark olacaktır ki bu da 4 dakikaya tekabül eder. Başka bir deyişle, dünya güneş etrafında bir günde yaklaşık olarak bir derece dönmekte ve bu nedenle bir günün geçmesi için dünyanın kendi etrafında 361° dönmesi gerekmektedir; ancak bu zaman zarfında güneş yörüngesi, dünya etrafında 360° dönmektedir.

Dünyanın yörüngesi, diğer birçok gezegeninki gibi eliptik, yani elips şeklinde olduğundan yörünge hızı, güneşe olan uzaklığına göre değişmektedir (Kepler’in 3. yasasına göre açısal yörünge hızının karesi, merkezden uzaklığın küpüyle doğru orantılıdır). Başka bir deyişle dünya güneşe yaklaştığında hızı artmakta, uzaklaştığında ise hızı azalmaktadır. İşte bu hız değişimi nedeniyle, bir yıldız gününde kat edilen yörünge açısının miktarı da değişmektedir. Bu sebeple yıldız gününün, 23 saat 56 dakikalık süresiyle yıl boyunca sabit olmasına karşın, tropik gün sabit olmayıp yıl içinde değişim göstermektedir. Gerçek tropik günün, ortalama tropik günden farkı, “kayma” değişkeni ile sembolize edilmektedir.

Dünyanın, aşk-ü vecd içinde güneş etrafında dönerken izhar ettiği bu cilveyi de formülümüze (1) eklersek:

 

Zeval Vakti = Greenwich Zeval Vakti - Boylam/15 + Saat Farkı + Yaz Saati + kayma

 

Öğle vakti, bu formülle bulunan zeval vaktine 2 dakika eklenerek elde edilir. Diğer tüm vakitler ise o günkü zeval vakti ve güneşin o anki (ilgili vakte ait kuralda belirlenen) dikey açısı kullanılarak küresel trigonometri ile hesaplanır: İlgili vakti, güneş dikey açısının bir fonksiyonu olarak gösteren denklem (2) aşağıda verilmiştir:

 

Vakit = Zeval Vakti ± cos-1((sin(GDA)-sin(EA)*sin(enlem))/(cos(EA)*cos(enlem)))/15

 

Bu denklemde vakitler saat cinsinden olup, cos-1 öğleden öncesi için (imsak ve güneş); negatif, öğleden sonrası içinse (ikindi, akşam, yatsı) pozitif alınacaktır. Kutup bölgeleri yakınında ilgili vaktin hiç oluşmaması durumunda cos-1 teriminin içi >1 olur ve vakit tanımsız hale gelir. GDA Güneş Dikey Açısını, EA ise Eğim Açısını göstermektedir. Eğim Açısı, dünya ekseninin (bu asırdaki 23º26′) eğikliğinden kaynaklanmaktadır ve dünya yörüngesine (ekliptiğe) dik düzlem ile dünya ekseni arasındaki açıdır. Bu açı 21 Mart ve 23 Eylülde yaklaşık olarak 0º, 21 Haziranda +23,5º, 21 Aralıkta ise -23,5º dir. Eğim açısı şu formülle hesaplanır:

 

sin(Eğim Açısı) = sin(23º26') * sin(Ekliptik Açısı)

 

Vakit denklemiyle, ikindi hariç tüm vakitler doğrudan hesaplanabilir. İkindi vaktinin tanımında ise GDA yerine gölge uzunlukları verildiğinden, ek bir hesaplama gerekecektir:

İkindi vaktinin girmesi için cismin gölgesinin, cismin zeval gölgesine kendi uzunluğunun bir (Asr-ı Evvel) veya iki (Asr-ı Sani) katının eklenmesi ile bulunacak ikindi gölgesine ulaşması gerektiğini belirtmiştik. Bir cisme ait gölgenin uzunluğu, güneşin o anki dikey açısına bağlıdır. Trigonometri kuralları çerçevesinde şu eşitliği yazabiliriz:

 

cot(dikey açı) = gölge uzunluğu / cisim uzunluğu

 

Bu durumda ikindi gölgesine karşılık gelen bir İkindi Dikey Açısı tanımlanabilir:

 

cot(İkindi Dikey Açısı) = ikindi gölge uzunluğu / cisim uzunluğu

Asr-ı Evvel ve Asr-ı Sani kurallarına göre şu denklemleri yazabiliriz:

 

cot(Asr-ı Evvel Dikey Açısı) = 1 + zeval gölge uzunluğu / cisim uzunluğu

cot(Asr-ı Sani Dikey Açısı) = 2 + zeval gölge uzunluğu / cisim uzunluğu

Zeval gölgesinin boyu da Zeval Dikey Açısına bağlı olup şu formülle hesaplanır:

 

cot(Zeval Dikey Açısı) = zeval gölge uzunluğu / cisim uzunluğu

Bu durumda şu formülleri elde ederiz:

 

cot(Asr-ı Evvel Dikey Açısı) = 1 + cot(Zeval Dikey Açısı)

cot(Asr-ı Sani Dikey Açısı) = 2 + cot(Zeval Dikey Açısı)

 

Şekil 2’den görülebileceği üzere Zeval Dikey Açısı, yaz ve kış aylarında farklılık göstermektedir. Enleme de bağlı olan Zeval Dikey Açısı şu formülle hesaplanır:

 

Zeval Dikey Açısı = 90º - |Enlem - EA|

 

Bu formülde enlem, derece cinsinden olup, kuzey yarımküre için pozitif, güney yarımküre için negatif alınacaktır. Bu durumda ikindi formülleri (3) şu şekli alır:

 

cot(Asr-ı Evvel Dikey Açısı) = 1 + |tan(Enlem - Eğim açısı)|

cot(Asr-ı Sani Dikey Açısı) = 2 + |tan(Enlem - Eğim açısı)|

 

Şekil 5 ile izah edilen kırılma açısı değişimi, ikindi gölgelerinin oluşumunda da etkili olur. Hem zeval gölgesi, hem de ikindi gölgeleri bu kırılmadan dolayı bir miktar daha uzun görünür. Güneş ufka yaklaştıkça kırılmanın artmasından ötürü, gölgelerin uzaması en az zeval gölgesinde, en çok Asr-ı Sani gölgesinde ortaya çıkar. Bu kırılma etkisini yaklaşık olarak hesaba katmak için, yukarıdaki formülle hesaplanan Asr-ı Evvel Dikey Açısından 0,015°, Asr-ı Sani Dikey Açısından ise 0,03° çıkarılmalıdır.

 

MEKRUH VAKİTLER

Tanımlar

Namaz kılmanın tahrimen mekruh olduğu vakitler, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) bir hadislerinde[10] şu şekilde tanımlanmıştır:

“Üç vakit vardır ki, Resulullah (aleyhissalât-ü vesselam) bizi o vakitlerde namaz kılmaktan veya ölülerimizi mezara gömmekten nehyetti:

  • Güneş doğmaya başladığı andan yükselinceye kadar
  • Öğleyin güneş tepe noktasına gelince, meyledinceye kadar
  • Güneş batmaya meyledip batıncaya kadar”

Bu hadise dayanarak mekruh vakitler, işrak, istiva ve isfirar adıyla üç vakitte toplanmıştır:

İşrak vakti: Güneş doğduktan itibaren, işrak vaktine değin namaz kılmak mekruhtur. Efendimiz’in bir hadislerinde, “güneş yükselip beyazlaşınca” sabah namazını kaza ettiği ifade buyrulmakta[11], başka bir hadislerinde ise “güneş bir mızrak boyunu buluncaya ve (sarı, zayıf) ışıkları kayboluncaya kadar namazı bırak” emredilmektedir[12].

İstiva vakti: Güneşin tepe noktasına gelmesiyle kastedilen, zeval anıdır. Ancak bir hadiste “Resulullah (aleyhissalât-ü vesselam) cum’a günü hariç, gün ortasında (nısfu’n-nehar) namaz kılmayı mekruh addederdi” buyrulmuştur[13]. Bazı âlimler, “gün ortasını” şer-i günün ortası olarak algılamışlardır. Şer-i gün ise imsak vaktinde başlayıp akşam vaktine kadar devam etmektedir; yani orucun tutulduğu zaman dilimidir.

İsfirar vakti: İşrak vaktinin simetriği olup, bu vakitten güneş batıncaya değin namaz kılmak mekruhtur.

Kurallar

Güneş ışınlarının sararmasında atmosferin ışığı kırma etkisinin rolü olduğunu, güneş ufka yakınken optik kalınlığın arttığını ve mavi ışınların saçınıma uğradığını önceki bölümde izah etmiştik. İşte, tayfındaki mavi renk oranını kaybeden güneşin parlaklığının azalarak görünür derecede sararması için yaklaşık 5° dikey açının altına inmesi gerektiği kabul edilmiştir. Buna göre, işrak ve isfirar vakitleri için 5° dikey açı referans alınmaktadır. İşrak vakti, aynı zamanda bayram namazı vakti olduğundan, takvimlerde yar almaktadır. İstiva ve işrak vakitleri ise genelde takvimlere konmamaktadır.

İstiva vakti için dar tanımı esas alırsak, -öğle vakti bahsinde anlatıldığı üzere- başucunun güneş yuvarlağı içinde kaldığı müddet boyunca namaz kılmak mekruh olur. Bu ise zeval anının iki yanında simetrik olarak yaklaşık ikişer dakikalık bir süreyi kapsar; yani öğle vaktinden önceki 4 dakika mekruh olur. Geniş tanıma göre ise (nısfu’n-nehar) istiva vakti, imsak ile akşamın ortasıdır. Bu şekilde tanımlandığında, sabah namazının kılındığı vaktin (imsak-güneş arası) yarısı kadar bir süre boyunca namaz kılmak mekruh olmaktadır. Yani istiva vakti, öğle vaktinden bu kadar süre öncesine denk gelmektedir. Örneğin imsak 04:00, güneş 06:00, öğle 12:02 ve akşam 18:00’da ise, istiva vakti saat 11:00 olacak ve 11:00–12:00 arası namaz kılınamayacaktır (bkz. Şekil 10).

 

Şekil 10.    Şer-i günün ortası (nısfu’n-nehar)

Astronomik Hesaplama

İşrak ve isfirar vakitleri, 2 no.lu denklemde GDA=5° girilerek bulunur. İstiva vakti için ise, imsak ve akşam vakitlerinin ortalaması esas alınır.

 

TEMKİNLER

Hesap yoluyla bulunan tüm bu vakitlerde, tanımından kaynaklanan veya coğrafî / meteorolojik şartların neden olduğu belirsizlikler bulunduğunu açıklamıştık. Bir belde için tek bir vakit kullanılması neticesinde belde arazisi üzerindeki vakit değişikliklerinin ihmal edilmesi ve referans olarak kullanılan saatin astronomik saatten farklılık gösterebilmesi gibi parametreler de hesaba katıldığında, belli bir ihtiyat payı bırakılarak amel edilmesi daha uygundur. Bu sebeple hesaplanan vakitlere, temkin süresi adı verilen ufak bir süre eklenmekte veya çıkarılmaktadır. İmsak ve güneş vakitlerinde temkin negatif iken, diğer tüm vakitlerde pozitiftir.

Ülkemizde Diyanet tarafından 1982 yılından bu yana kullanılan temkin süreleri, Kurallar bölümünde açıklanan şartlarına göre (dakika cinsinden) Tablo 2’de verilmiştir.

 

 

Vakit Kural Temkin (Yurtiçi) Temkin (Yurtdışı)
İmsak GDA = -18°

-2

-5
Güneş GDA = -1° -6 -5
Öğle Zeval + 2 dk. +5 +5
İkindi Asr-ı Evvel Dikey Açısı +4 +5
Akşam GDA  = -1° +8 +5
Yatsı GDA = -17° +2 +2
İşrak GDA = 5° 10 10

Tablo 2.

Burada dikkat etmemiz gereken husus şudur: Takvimlerde temkin uygulanmış vakitler gösterildiğinden, vakitlerin gerçek başlangıç ve bitiş vakitlerini bulmak için temkin değerlerini çıkarmamız gerekmektedir. Örneğin takvimde ikindi vakti olarak 16:51 gösterilmişse öğle vaktinin 16:47’de çıktığını bilerek hareket etmeliyiz.

Türkiye Gazetesi takvimlerinde ise, 1982’den önceki temkin uygulaması halen devam etmektedir. Bu uygulamada, deniz yüzeyindeki görünür ufuk (GDA = 0°) “hakiki ufuk”, akşam vaktinin kuralı olan, güneşin üst ucunun, mahaldeki en yüksek tepeden batması anında güneş merkezinin yaptığı dikey açı da (İstanbul için GDA = -0,84 – 0,5 = -1,34) “şer-i ufuk” olarak isimlendirilmiş ve temkin müddeti, bu ikisi arasındaki süre olarak tanımlanmıştır. Buna göre, akşam vaktinde hakiki gurûb ile şer-i gurûb arasındaki fark temkin süresi olarak ele alınmakta ve bu süre tüm vakitlere uygulanmaktadır. Bu fark İstanbul için yaklaşık 8 dakika olarak hesaplanmış ve buna 2 dakika ihtiyat payı ilave edilmesiyle temkin süresi 10 dakika olarak kabul edilmiştir. Bu sebeple Türkiye Gazetesi takvimlerinde tüm vakitler 10 dakika temkinlidir. Bu eski uygulamada hakiki vakte uygulanan temkinin süresi her vakit için aynı olmaktadır. Hakiki vakti şer-i vakte çevirmekte kullanılan temkinin, vaktin ayrılmaz bir parçası olduğu ve temkinsiz vakitlerin sahih olmayacağı kabul edilmiştir.

Türkiye Gazetesi tarafından kullanılan temkin süreleri, şartlarıyla birlikte (dakika cinsinden) Tablo 3’te verilmiştir.

 

 

Vakit Kural Temkin
İmsak GDA = -19° -10
Güneş GDA = 0° -10
Öğle Zeval 10
İkindi Asr-ı Evvel Dikey Açısı 10
Akşam GDA  = 0° 10
Yatsı GDA = -17° 10
İşrak GDA = 5° 10

Tablo 3.

 

UÇ ENLEMLER

Yerküremizi, mevsimlerin oluşumu ve gece/gündüzün değişimini temel alarak üç farklı bölüme ayırabiliriz.

Bunlardan ilki ± 23,5° enlemleri arasında kalan ekvator kuşağıdır ki bu bölgelerde güneş neredeyse yere dik bir yörünge izler; dolayısıyla yaz ve kış aylarında günün uzaması/kısalması çok belirgin olmadığından dört mevsim görülmez ve tropikal iklim hüküm sürer (Şekil 11).

 

Şekil 11.    Mekke’de (21.43° enlem) güneşin yaz ve kış yörüngesi

±66,5°den büyük enlemlerdeki kutup bölgelerinde ise güneş yatay bir yörünge izler. Yaz ve kış ayları arasındaki gündüz/gece süreleri büyük farklılıklar gösterir. Hatta yılın bazı günlerinde güneş hiç doğmaz ya da batmaz. Bu nedenle kutup bölgelerinde günlük vakitlerin bazıları hatta bazen tamamı hiç oluşmaz (Şekil 12).

 

Şekil 12.    Oslo’da (59.93° enlem) güneşin yaz ve kış yörüngesi

Bu ikisi arasında kalan ve nüfusun çoğunluğunu barındıran bölgelerde ise, yaz ve kış dönemlerinde günler, enleme bağlı olarak uzayıp kısalır. Yüksek enlemlerde güneş daha yatay bir yörünge izlediğinden, günlerin uzayıp kısalması da daha belirgin olur. Bu ise yaz aylarında, özellikle yatsı ve imsak vakitlerinin birbirine yaklaşmasına, dolayısıyla yatsı namazının kılınabileceği sürenin kısalmasına yol açar.

Şekil 13’te Haziran ayı için verilen dünya vakit haritasında, enleme göre vakitlerin sıkışması açıkça görülmektedir. Kuzeye yöneldikçe gün uzamakta (sarı yüzey), gece yani güneşin batmasıyla doğması arasındaki süre kısalmaktadır. Ayrıca buna ters orantılı olarak alacakaranlık bölgesi (mavi yüzey) genişlemekte, yani şafak (akşam/yatsı arası) ve fecir (imsak/güneş arası) süreleri uzamaktadır. Buna karşılık ise yatsının kılınabileceği yatsı/imsak arası (siyah yüzey) daralmakta ve belli bir enlemden sonra yok olmakta, yani şafakla fecir çakışmakta, henüz batı ufkunda şafak kaybolmadan, doğu ufkunda fecir zuhur etmekte, böylece yatsı vakti hiç gerçekleşmemektedir. Güneşin batmasını takip eden sürekli mavi bölgeyle (alacakaranlık) karakterize olan bu hal, Şekil 13’te Rusya’nın doğu kısmında açıkça görülmektedir. Kutup bölgesinde ise mavi yüzey de ortadan kalkar ve sürekli gündüz yaşanır.

 

Şekil 13.    Enleme göre vakitlerin değişimi

Geceyarısı güneşin ufukla yaptığı en düşük dikey açı, aşağıdaki formülden bulunabilir:

 

En Düşük Dikey Açı = |Enlem + EA| - 90°

 

Buna göre imsak/yatsı dikey açısını -17,5° aldığımız durumda, 49° ve yukarı enlemlerde bazı yaz gecelerinde alacakaranlık devam edecek ve imsak/yatsı oluşmayacaktır.

Yatsı/İmsak Aralığının Kısalması

Yukarıda açıkladığımız üzere, yaz aylarında kutup bölgesine yakın uç enlemlerde yatsı vakti hiç gerçekleşmemekte veya gerçekleşse bile hem çok geç saatte zuhur etmekte, hem de vakit çok dar olduğundan, teravih ve sahura imkân kalmamaktadır. Özellikle 45ºden büyük enlemlerde kendini hissettiren bu müşkül hakkında İslâm bilginleri tarafından herhangi bir görüş beyan edilmediğinden, söz konusu problemin çözümü amacıyla 1980 yılında Brüksel’de I. Avrupa İslâm Semineri düzenlenmiştir. Bu toplantıda, 45º ve yukarı enlemlerde, yılın her günü için, yatsı vaktinin takdirle belirlenmesine karar verilmiştir. Bu uygulamaya göre anılan enlemlerde akşam/yatsı aralığı, Mekke’deki akşam/yatsı süresine göre takdir edilecektir; yani yıl boyunca yatsı vakti, akşam vaktinin 80 dakika sonrası olarak kabul edilecektir.

Bu yöntemin mahzurlu tarafı, bahar ve kış aylarında yatsı vaktinin, kuralına göre oluştuğu ve amel edilebilir genişlikte bulunduğu halde, vaktinden daha önceye alınmış olmasıdır. Örneğin 1 Mayıs günü Hamburg’da yatsı vakti astronomik olarak 22:27’de oluştuğu halde, bu yönteme göre 21:16’da yatsı ezanı okunmaktadır. Sebepsiz yere yatsının vaktinden önce kılınmasına yol açan bu uygulama Diyanet İşleri Bşk.lığı Din İşleri Yüksek Kurulunun 15/06/2006 tarihinde aldığı bir kararla yürürlükten kaldırılmıştır.

Diyanet İşleri Bşk.lığı, soruna çözüm bulma sadedinde Peygamber’imizin (sallallahu aleyhi vesellem) namaz vakitleriyle ilgili hadislerinin tamamını göz önünde bulundurarak yorumlamak gerektiğine karar vermiştir. Tanımlar bölümünde izah etmeye çalıştığımız üzere ilgili hadislerde, yatsı vaktinin şafağın kaybolması ile başladığı ve gecenin üçte biri (veya yarısı) geçinceye kadar kılınması gerektiği hükmü mevcuttur. Buna göre akşam şafağının gecenin üçte birinden sonra kaybolduğu uç enlemlerde, yatsı namazının başlangıcı (şafağın kaybolması) anında aslında yatsı namazının vakti sona ermiş bulunmaktadır; yani şafağın kaybolması beklendiğinde, hadisin baş tarafı ile amel edilirken, son tarafı ihmal edilmiş olmaktadır. İşte bu durumu göz önüne alan yeni yöntemde yatsı vakti gecenin üçte biriyle sınırlandırılmıştır. Şer’i olarak gecenin üçte birini hesaplamak için, güneşin batışıyla (akşam) fecrin doğuşu (imsak) arasındaki süre gece kabul edilerek üçe bölünüp güneşin batışına eklenmiştir (Şekil 14). Yatsının en geç vakti olarak kabul edilen bu vakitten önce gerçekleştiği sürece hakiki (astronomik) vakitle amel edilecek, yatsının hakiki vakti gecenin üçte birinden sonra gerçekleşiyor ise, gecenin üçte biri yatsı namazının vakti olarak esas alınacaktır. Şekil 14’te, şer’i gecenin tayini ve hadis ışığında bu gecenin ikiye (kesik çizgili) veya üçe bölünmesi gösterilmektedir.

 

Şekil 14.    Gecenin İkiye/Üçe Bölünmesi

İmsak vaktine ilişkin olarak, fecr-i sadık oluşumu gökyüzünde müşahede edilebildiği sürece buna itibar edilmesi uygundur. Bu nedenle Diyanet İşleri Bşk.lığı fecr-i sadık astronomik olarak hesaplanabiliyorsa bu vakti esas almış, vaktin hesaplanamadığı dönemlerde ise vaktin hesaplanabildiği en son güne ait vakti uygulama yoluna gitmiştir. Örneğin Oslo’da 23 Nisan ilâ 21 Ağustos günleri arasında imsak oluşmamakta; yani GDA -18°ye ulaşmamaktadır. Bu nedenle Diyanet Takvimlerinde bu günlere ait imsak vakti, vaktin oluştuğu en son gün olan 22 Nisan’daki imsak vaktidir (2007 için 01:29). Güneşin nispeten yatay bir seyir izlediği uç enlemlerde (49° ve yukarısı), güneşin en düşük dikey açıya sahip olduğu astronomik geceyarısında güneş açısı çok yavaş değiştiğinden, şafağın oluştuğunu gözlemlemek çok zordur. Örneğin 49° enlemde 21 Haziran günü geceyarısı -17,5° olan GDA, geceyarısından yarım saat sonra bile ancak 0,3° değişerek -17,2° olmaktadır. Daha yukarı enlemlerdeki açı değişimi daha da azdır. Bu nedenle geceyarısına çok yakın (astronomik) imsak vakitlerinin müşahede edilemeyeceğini değerlendirmekteyiz. Bu açıdan, en son oluşan vaktin kullanılması yerine imsak vaktinin astronomik geceyarısına en fazla yarım saat yaklaşmasına izin verilen bir yöntemin daha uygun olacağını düşünüyoruz. Bu yönteme göre imsak vaktinin hiç oluşmadığı veya geceyarısına çok yakın oluştuğu durumlarda imsak vakti olarak geceyarısının yarım saat sonrası esas alınacak ve yatsı vakti de buna göre takdir edilecektir.

Diğer bir husus da yatsı ve imsak vaktinin hesaplanmasında kullanılacak dikey açının tayinidir. Bu açının yüksek tutulması durumunda hiç oluşmayan vakitler, daha düşük dikey açılar referans alındığında oluşmakta veya çok dar olan vakitler genişlemektedir. Örneğin yatsı için bu açının -17°den -15°ye alınması durumunda, Münih’te yatsının (teravih ve sahur) astronomik süresi 99 dakikadan 170 dakikaya uzamaktadır. Kırmızı şafağı esas alıp -10° kabul ettiğimizde ise 290 dakikaya yükselmektedir.

Vakitlerin oluşmaması

Daha uç enlemlere gittiğimizde ise yılın bazı günlerinde gündüzün/gecenin çok kısaldığını veya (kutup bölgesinde) hiç oluşmadığını idrak ederiz. Bu bölgelerde dünya nüfusunun çok küçük bir bölümünün yaşıyor olmasına karşılık, sürekli gündemde olan “kutuplarda nasıl namaz kılınacağı” meselesi, Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) tarafından “Deccal hadisi” diye bilinen bir hadisle izah edilmiştir. Bu hadiste Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) , “Deccal yeryüzünde 40 gün kalacaktır. Bu kırk günün bir günü bir yıl gibi, bir günü bir ay gibi, bir günü bir hafta gibi, diğer günleri ise normal günleriniz gibi olacaktır” deyince ashab, uzun günlerde bir günlük namazın yeterli olup olmadığını sormuşlar, bunun üzerine Hz. Peygamber “Hayır bir günlük namaz yeterli değildir; namaz vakitlerini takdir edersiniz” buyurmuştur[14]. Bu hadise göre vakitlerin oluşmaması durumunda namazlar takdir edilerek kılınacaktır.

Takdirin neye göre yapılacağı konusunda farklı görüşler ortaya konmuştur. En yakın gün (akrab el-eyyam), en yakın enlem (akrab el-beled), gecenin ikiye bölünmesi veya yediye bölünmesi gibi hükümler verilmiştir. Diyanet İşleri Bşk.lığı, namazların edasını mümkün kılacak şekilde en kısa gecenin veya en kısa gündüzün 3 saat olabileceğini öngörerek, güneş ve akşam vakitlerini buna göre belirlemiştir. Akşam ile güneş arasının 3 saat ile sınırlandırıldığı durumlarda da yatsı yine aynı şekilde, itibari gecenin (akşam/imsak arası) ilk üçte biri olarak takdir edilecektir. Eğer yatsıyı gecenin yarısı olarak alır ve imsak vaktini geceyarısından yarım saat sonrası ile sınırlarsak akşam, yatsı ve sabah namazlarına birer saatlik süre ayrılmış olur (Şekil 14). İkindinin oluşmadığı bölgelerde kış aylarında öğle ile akşamın ortası ikindi kabul edilecektir. Bu durumda öğle gündüzün yarısı olduğundan, öğle ile akşam arasında bir buçuk saat olacak ve öğle ile ikindi namazları için 45’er dakikalık bir süre ayrılmış bulunacaktır. İkindinin oluşmadığı yaz aylarında ise akşama 1 saat kala ikindi vaktinin gireceğine hükmedilebilir. Güneş sürekli ufkun altında kalsa bile zeval vakti, güneşin en yüksek dikey açıya ulaştığı andır; aynı şekilde güneş hiç batmasa bile geceyarısı, güneşin en düşük dikey açıya vardığı zaman olarak tanımlanır.

 

KIBLE

Namazın şartlarından olan Kıble, Müslümanların günde beş vakit namazlarının edası esnasında yöneldikleri istikametin adıdır. “Nerede olursanız olun, yüzünüzü Mescid-i Harama doğru çevirin” ayeti[15] ile sabit olan Kıble, Kâbe’nin bulunduğu yöne işaret etmektedir. İslamiyet’in ilk zuhur ettiği dönemlerde Arabistan yarımadası ve çevresinde Kıble tayini nispeten kolay idiyse de, özellikle Avrupa, Afrika ve Uzakdoğu’ya genişlemeler neticesinde Kıble yönünün tayini için İslam astronomları küresel trigonometri kullanarak çeşitli cetveller hazırlamışlardır.

 

KIBLE AÇISI

Kıble yönü, namaz esnasında yöneldiğimiz Kâbe’nin yatay düzlemdeki yönüdür. Bu durumda Kıble Açısı da, coğrafi kuzey yönü ile Kâbe’nin yönü arasındaki yatay açı olarak tanımlanmaktadır. Yüzümüzü coğrafi kuzeye çevirip, bu açı kadar saat istikametinde döndüğümüzde Kıbleye yönelmiş oluruz. Örneğin Ankara için Kıble Açısı yaklaşık 160° olup, güney-güneydoğu istikametine denk gelmektedir.

Kıble açısının tayininde dünyayı düz olarak düşünüp, yaygın olarak kullanılagelen dünya haritalarına bakarak Kıble yönünü tahmin etmeye çalışanlar olmuştur. Bunlar, -Kâbe görülemediğinden- Kâbe istikameti olarak Kâbe binasına yolculuğu anlamışlar, örneğin Amerika’dan Kâbe’ye gitmek için binilecek bir vapurun, haritaya göre izleyeceği rotayı dikkate almışlardır. Genellikle Mercator izdüşümü kullanılarak üretilen dünya haritalarında Amerika-Mekke doğrultusu güneydoğu istikametinde gözükmektedir. Hâlihazırda Amerika’da yaşayan küçük bir grup Müslüman bu yönü esas alarak namazlarını eda etmektedirler. Oysaki İslamiyet’in ilk dönemlerinden bu yana Kıble tayininde küresel trigonometri esas alınagelmiştir. Bunun dayanağı ise, kutsal Kâbe’nin, Mescid-i Haram’daki binadan ziyade onun üzerine oturduğu arsa olmasıdır. Bu itibarla, Kâbe arazisi içinden yukarı yükselen ve Arş-ı A’lâ’ya kadar meleklerin de tavaf ettiği bir mihveri esas almak icap eder. Kâbe’yi böyle tanımladığımızda, Kâbe binasının içinden geçerek aşağı ve yukarı doğru sonsuza uzanan bu itibari hat, dünyanın her yerinden görülebilecek ve bu hatta yöneldiğimizde “nerede bulunursak bulunalım, yüzümüzü Mescid-i Haram’a çevirmiş” olacağız. Hatta başka bir gezegende veya uzayda dahi bulunsak, kıble yönünü bu şekilde bulabiliriz.

Bu metoda göre Kıble Açısı ise, bulunduğumuz nokta ile bu mihveri birleştiren hattın, coğrafi kuzey (bulunduğumuz meridyen) ile yaptığı yatay açı olarak tarif edilir. Kıble yönü bu durumda Amerika için kuzeydoğu olmaktadır (Şekil 15).

 

Şekil 15.    Amerika’da Kıble Yönü

Dünyanın herhangi bir noktasındaki Kıble Açısının hesaplanması için aşağıdaki formülden (4) faydalanılır:

 

Kıble Açısı = tan-1(sin(boylam-Kâbe boylamı)/(cos(enlem)*tan(Kâbe enlemi)-sin(enlem)*cos(boylam-Kâbe boylamı))

 

Bu formülde saat yönü pozitif alınacaktır. Kâbe enlemi 21º25’16”, Kâbe boylamı ise -39º49’29.1″ olarak girilir.

Dünya üzerindeki tüm noktaların Kıble Açısını gösteren Dünya Kıble Haritası Şekil 16’da verilmiştir. Bu haritada Kıble Açıları 15’er derecelik renk dilimleriyle ayrıştırılmıştır.

 

Şekil 16.    Dünya Kıble Haritası

 

YÖN TAYİNİ

Kıble Açısını bu şekilde tespit ettikten sonra, bu yönü ne şekilde kestireceğimize karar veririz. Yön tayininde, pusula, güneş, ay ve yıldızlardan faydalanılmaktadır. Şimdi bu yöntemlerden kısaca bahsedelim:

Pusula:

Açı tayininde en sık kullanılan metottur. Yeryüzü üzerindeki manyetik alanın, yatay düzlemde serbestçe hareket edebilen bir mıknatıs iğnesi ile görselleştirilmesi esasına dayanan bu yöntemin mahzuru, coğrafik kutuplarla manyetik kutupların farklı noktalarda bulunmasıdır. Bu sebeple pusulanın gösterdiği manyetik kuzey, gerçek (coğrafi) kuzeyden sapmaktadır (Şekil 17). Manyetik kuzey ile coğrafi kuzey arasındaki açı farkı, Manyetik Sapma olarak adlandırılır.

 

Şekil 17.    Pusula Sapması (Manyetik Sapma)

Dünya manyetik alanı, yerküre çekirdeğindeki katı ve sıvı demirin endüklenmesi yoluyla oluşmaktadır. Manyetik kutuplar ise, yüzey manyetik alanının dikey cereyan ettiği noktalardır. Buralarda yatay akı sıfır olduğundan, pusula ibresi rasgele bir yönü gösterir. Manyetik kutuplar, coğrafi kutuplara yakın olsalar da bunlarla çakışmazlar ve zaman içinde sürekli yer değiştirirler. Örneğin 2005 yılı için manyetik kuzey kutbu 83° kuzey enleminde, manyetik güney kutbu ise 63° güney enleminde yer almaktadır. Manyetik kuzey kutbu 20. yy.da toplam 1100 km yer değiştirmiş olup, halen bir yılda takriben 40 km kadar kuzeybatıya kaymaktadır. Güneşin iyonosfer ve manyetosfer üzerindeki etkisi de manyetik kutbun gün içinde 80 km kadar yer değiştirmesine neden olabilmektedir.

Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere manyetik sapmanın miktarı sabit olmayıp, zaman ve mekâna bağlı olarak değişmektedir. Dünya manyetik sapma haritası, dünyanın tüm bölgelerindeki manyetik sapmayı belirli bir yıl için gösteren bir haritadır[16] (Şekil 18). Aşağıdaki haritadan, Türkiye’deki sapma açısının yaklaşık 5° olduğu anlaşılmaktadır. Oysaki 1850 yıllarına kadar Anadolu topraklarındaki sapma -10° civarında seyretmiş, bu tarihten sonra sürekli artış göstererek 20. yy. başında pozitife dönmüştür.

 

Şekil 18.     Dünya Manyetik Sapma Haritası (2005)

Geleceğe yönelik dünya manyetik haritalarının çıkarılabilmesi için, tüm enlem ve boylamlardaki yıllık manyetik sapma değişiminin öngörülmesi gerekir. Manyetik sapma modellemesi çok karmaşık olduğundan, ancak kısa vadeli (5 yıl) kestirimler yeterli hassasiyette sonuçlar verebilmektedir. Bu konudaki en detaylı çalışmalardan biri, IGRF (International Geomagnetic Reference Field) adıyla bilinen modeldir. Hâlihazırda 11. revizyonu yayımlanmış olan bu modelle 1900~2015 yılları arasında 0,1 nT doğrulukta hesaplama yapılabilmektedir. Daha basit olan ve daha az katsayı içeren WMM (World Magnetic Model) 2010 sürümü ise 2010~2015 yılları arasında yeterli doğrulukta sonuçlar üretmektedir.
Yeryüzündeki yatay manyetik akı –manyetik kutup yakınları haricinde- 10~40 µT arasında değişmektedir. Manyetik kutup civarında ise yatay akı azaldığından buralarda pusula ile yön tayini güvenilir olmamaktadır. Pusula kullanımında, manyetik sapmanın haricinde çevredeki fiziksel etkiler ile pusula kalitesinin de pusula açısına etki edebileceği hatırda tutulmalı, ancak diğer yöntemlerin kullanılamadığı durumlarda pusula ile yön bulma yoluna gidilmelidir. Bu durumda da tavsiyemiz, özellikle bina içinde kullanılması durumunda, birden çok noktada ölçüm yapılması olacaktır.

Güneş:

Kıble yönü belirleme konusunda pusulaya göre daha güvenilir olan güneşten faydalanabiliriz:

Güneş Yatay Açısı, güneşin gökyüzünde bir yörünge dâhilinde hareket ederken yatayla yaptığı açıdır. Başka bir ifadeyle, güneşin yerdeki izdüşümünün coğrafi kuzeyle yaptığı açıya verilen addır. Bir cismin gölgesi, güneş yönünün aksi istikameti gösterdiğinden güneş yönünün kolayca tayini mümkündür. Herhangi bir vakitteki Güneş Yatay Açısı aşağıdaki formül uyarınca son derece kesin olarak hesaplanabilmektedir (5):

 

Güneş Yatay Açısı = -tan-1(sin(15*(Vakit-Zeval vakti))/(cos(enlem)*tan(EA)-sin(enlem)*cos(15*(Vakit-Zeval vakti)))

Güneş Yatay Açısını kullanarak Kıble tayini için önce yüzümüzü güneşe döneriz. Kıble Açısından 5 no.lu formüle göre bulunan Güneş Yatay Açısını çıkardığımızda geriye kalan miktar kadar saat istikametinde döndüğümüzde Kıbleye yönelmiş oluruz. Örneğin Ankara’da o anki Güneş Yatay Açısı 250° ise, güneşten saat istikametinin aksi yönde Sola) tam 90° döneceğiz; yani güneşi tam sağımıza aldığımızda Kıbleye yönelmiş olacağız.

Kıble saati ise, Güneş Yatay Açısının (5) Kıble Açısına (4) eşit olduğu andır; yani güneş ile Kâbe aynı doğrultuda yer alır. Bu nedenle Kıble saatinde yüzünü güneşe dönen kişi, Kâbe’ye yönelmiş olur. Genellikle takvimlerde günlük olarak belirtilen Kıble saati, Türkiye’de dâhil olmak üzere birçok Avrasya ülkesinde kullanılabilmektedir.

Dünya Kıble Günü ise, yılda iki defa 28 Mayıs ve 16 Temmuz tarihlerinde gerçekleşir. Bu günlerde Eğim Açısı, Kâbe’nin üzerinde bulunduğu enleme eşit olduğundan, güneş yörüngesi Kâbe mihverine teğet geçer (Şekil 11a). Dünya Kıble Gününün zeval anında güneş, Kâbe’nin tam tepesindedir; yani dünya-güneş ekseni ile Kâbe mihveri çakışır. Bu sebeple dünyanın neresinde olursa olsun, o anda (Dünya Kıble Gününün Kıble Saati) güneşe bakan herkes kıbleye yönelmiş olacaktır. Bu an 28 Mayıs için 09:18 GMT, 16 Temmuz içinse 09:27 GMT’dir. Bu saati yerel saate çevirdiğimizde, tüm dünya için Kıble Saati elde etmiş oluruz.

Dünya Kıble Günü yılda iki defa, Kıble Saati ise günde bir an kullanılabilmelerine karşın, Güneş Yatay Açısı bilindiğinde güneşin görüldüğü her durumda Kıble tayin edilebilir. Gece ise ay veya yıldızlardan faydalanmak mümkündür. “Kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye yıldızları sizin için yaratan O’dur” ayetinde[17] bu gerçekliğe işaret buyrulmuştur.

Ay ve Yıldızlar:

Gündüz vakti Kıble tayininde güneşin kullanılabilmesine karşın gece ise ay ve yıldızlardan faydalanabiliriz. Ay da tıpkı güneş gibi gökyüzünde eğik bir yörünge izler ve bir turunu yaklaşık 25 saatte tamamlar. Ancak gece ayın görülebilmesi, hangi fazda olduğuna bağlıdır ve dolunaya yakın evrelerinde gecenin büyük bölümü boyunca görülebilir. Ay için de bir Ay Yatay Açısı belirlenebilir. Ayın yerdeki izdüşümünün coğrafi kuzeyle yaptığı bu açıyı kullanarak Kıbleyi bulmak için yine önce yüzümüzü aya döner, sonra Kıble Açısından Ay Yatay Açısını çıkardığımızda kalan miktar kadar saat istikametinde döneriz. Ayın yörünge hesabı, güneşinkine oranla çok daha karmaşık olduğundan burada vermeyi uygun bulmadık; internette ay yörüngesi hesaplayan Moontool veya Moon Calculator gibi yazılımlar mevcut olduğu gibi, Avustralya Yer Bilimleri sayfası üzerinden de Ay Dikey Açısının anlık değeri bulunabilir.

Ayın görülemediği zamanlarda ise yıldızlardan faydalanılır. En kolayı, Kutup Yıldızını kullanmaktır. Büyük Ayı takımyıldızına yakın olan Kutup Yıldızı, gökyüzünde kolayca bulunabilir (Şekil 19). Bu yıldız, ekvator düzlemine 89° derece açıda yer aldığından, ±1° hassasiyetle Kuzey yönünü bulmak mümkün olur. Yüzümüzü Kutup Yıldızına çevirip Kıble Açısı kadar saat istikametinde dönerek Kıbleye yönelmiş oluruz. Yön bulmada Venüs, Mars gibi yıldızlar da kullanılabilirse de bunların anlık yatay açılarının bilinmesi lazım gelir.

 

Şekil 19.     Büyük Ayı ve Kutup Yıldızı

 

HİCRİ TAKVİM

Müslümanların günlük ibadetlerinin yanı sıra, bir de yıllık periyotlarla yaptıkları ibadetler vardır. Hac, oruç, zekât, fitre, bayram namazı, kurban gibi ibadetler böyledir. Yıllık ibadetlerde Hicri takvim kullanılır. Kameri olan Hicri takvimde, ayın bir tam devinimi bir ay olarak kabul edilmiştir. Bir kameri yılın ise 12 kameri aydan oluştuğu “Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü kesin hükmünde, ayların sayısı on ikidir” ayetiyle[18] sabittir. Muharrem ayı yılın 1. ayı olarak kabul edilmiştir. Bir kameri ay en az 29, en çok 30 gün sürer; ancak arka arkaya birkaç kez 29 gün veya 30 gün sürmesi mümkündür. Bir kameri yılın uzunluğu ortalama 354,36 gün olduğundan miladi yıla göre 10~12 gün daha kısadır.

 

KAMERİ AYIN BAŞLANGICI

Kameri ay, Hz. Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) “Yüce Allah, hilalleri insanlar için vakit ölçüleri kıldı. O halde, hilali görünce oruca başlayın, onu tekrar görünce bayram yapın” hadisinde[18] işaret buyurduğu üzere hilalin ilk görülmesiyle başlar ve bir sonraki hilal yine ilk defa görüldüğünde sona erer. Ayın başlamasının dini tanımı, yeniayın güneş battıktan sonra batı ufkunda görülmesi (hakiki ru’yet) veya görülebilecek şekilde ufkun üstünde mevcut olduğunun kesin olarak bilinmesidir (hükmi ru’yet). Ayın başladığı anlaşıldığında mevcut gece ve takip eden gündüz ayın 1. günü kabul edilir. 29. günün bitiminde bir sonraki yeniay görülürse mevcut ayın bittiğine ve bir sonraki ayın başladığına hükmedilir. Aksi takdirde, Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) “Bulut, görmenize mani olursa sayıyı otuza tamamlayın” hadisine dayanarak bir gün daha beklenir ve ay otuza tamamlanır. Ancak iki ayın üst üste 29 gün çekmesi ve birincisinin, havanın bulutlu olması nedeniyle hilalin görülememesi nedeniyle otuza tamamlanması sonucunda bir sonraki ayın 28. günün bitiminde görülmesi mümkündür. Bu müşkülün giderilmesi ise ancak İttihad-ı Metali’ esas alınmakla mümkün olur. Bu konuya ilerde değineceğiz. Hilalin 30. günün bitiminde açık gökyüzünde görülememesi ise, önceki aya erken başlandığının ispatıdır.

 

AY HAREKETİ VE KAVUŞUM

Ayın başlangıcına ilişkin tanımlamaları bu şekilde izah ettikten sonra hilalin oluşumunu ve görülebilirliğini açıklamaya çalışacağız. Bunun için de ay hareketlerinin anlaşılması gerekmektedir:

Ay, dünyanın çevresinde saat istikametinin aksi yönde döner ve bir turunu ortalama 27,321661 günde tamamlar. Uzak bir yıldızdan bakıldığında görülen, ayın dünya çevresindeki bu bir turuna yıldız ayı adı verilir. Ay kendi çevresinde de tam olarak aynı hızda döndüğünden ayın hep aynı yüzü dünyaya bakmaktadır. Ay bu hareketi esnasında dünya da bir taraftan güneşin etrafında döndüğü için, ay da dünya ile beraber güneşin etrafında dönmüş olur. Ayın kendisi ışık saçmadığı, ancak güneşin ışıklarını yansıttığı içindir ki görülmesi ancak güneş ışınlarına bağlıdır. Bu nedenle bizim gördüğümüz şekliyle “bir kameri ay”, güneşten bakıldığında ayın dünya etrafında dönme süresidir. Ortalaması 29,53058868 gün olan bu aya kavuşum ayı denir (Şekil 20). Ayın dünya etrafındaki dönüş yönü ile dünyanın güneş etrafındaki dönüş yönü aynı olduğundan kavuşum ayı, yıldız ayından daha uzundur. Aradaki fark da yine dünyanın güneş etrafında kat ettiği açıyla doğru orantılıdır (Kavuşum Ayı = Yıldız Ayı / (1 – bir Yıldız Ayında kat edilen yörünge açısı / 360º). Ne var ki ay yörüngesi bir hayli eliptiktir; dünyaya olan merkezden merkeze mesafesi 356 ilâ 407 bin km. arasında değişir. Buna paralel olarak ayın yörünge hızı da farklılık gösterdiğinden, bir kavuşum ayı 29,2 ilâ 29,8 gün sürebilir. İşte bu nedenle kameri aylar bazen 29 bazen de 30 gün çekmektedir. Muhammad Zuhdi’nin, Prof. M.H. Elnaby’nin çalışmalarına dayanarak hazırladığı ve ışık hızının hesabına dayanan sunusunda, yıldız ayı ve kavuşum ayı tanımlarını canlandırmalı olarak görebilirsiniz. Ayın ekliptik düzlemine izdüşümünün, dünya-güneş ekseniyle yaptığı açı Ay Faz Açısı olarak isimlendirilir. Bu açı kavuşumda 0º, ilk dördünde 90º, dolunayda 180º ve son dördünde 270ºdir.

 

Şekil 20.    Yıldız Ayı ve Kavuşum Ayı

Ayın dünya çevresindeki yörüngesi, ekliptik ile 5,145396ºlik küçük bir açı yapar (Şekil 21). Bu açı nedeniyle ay, ekliptik düzlemine göre ±5°lik dikey salınımlar yapar. Bu salınımın periyodu bir yıldız ayıdır. Herhangi bir andaki ayın bu dikey açısına ise Ay Eğim Açısı adı verilir. Eğer kavuşum esnasında bu açı sıfıra çok yakın ise ay, güneş ile dünya arasına girmiş olur ve güneş tutulması dediğimiz hadise meydana gelir. Bu açının dolunay esnasında sıfıra çok yakın olması durumunda ise dünya güneş ile ay arasına girmiş olacağından ay tutulması oluşur. Allah-u Teala, ay ve güneş tutulmalarını küsuf ve husuf namazlarının vakitleri yaparak yine dikkatimizi gökyüzünde kurmuş olduğu muazzam düzene celbetmekte, ayetlerini göstermektedir.

 

Şekil 21.    Ay Eğimi

 

YENİAYIN GÖRÜLEBİLME KRİTERLERİ

Astronomik olarak kameri ay, dünya-ay doğrusuyla dünya-güneş doğrusunun aynı hizaya gelmesi, yani aralarındaki düzlemin, ekliptik düzlemine dik açı oluşturmasıyla başlar ve aynı şartın tekrar oluşması ile sona erer. Bu şartın oluştuğu an, ayın kavuşum (içtima) durumudur. Kavuşum anında ay, dünyayla güneş arasına girdiğinden görülmesi imkânsızdır. Zira ayın kendisi ışık yayan bir cisim değildir ve ancak güneşten gelen ışınları yansıtmaktadır. Kavuşum anında güneş, ay ve dünya aynı hizada bulunduklarından ayın güneş ışığını dünyaya aktarması mümkün değildir. Kameri ayın başlangıcına ait fıkhî hüküm ise hilalin görülmesidir (ru’yet). Ru’yetin oluşması için ayın kavuşum noktasından belli bir mesafe ayrılması ve böylece oluşan açı ile aydan yansıyan güneş ışınlarının dünyaya düşmeye başlaması gereklidir (Şekil 22).

 

Şekil 22.     Kavuşum ve Ru’yet

Ay üzerindeki kraterlerin sebep olduğu pürüzlü yüzey, eğik gelen ışınları yuttuğundan, ayın bu ayrılma açısı yaklaşık 7º olana dek güneş ışınları dünyaya ulaşamamaktadır. Danjon tarafından 1932 yılında tespit edilen bu olguya göre ru’yetin gerçekleşmesi için ayrılma açısının 7 dereceden büyük olması şarttır. Yapılan gözlemler, hilalin dürbün, teleskop gibi yardımcı bir aletle görülebilmesi için en az 8 derecelik bir açının, çıplak gözle görülebilmesi için ise 10~11 derecelik bir açının gerekli olduğunu ortaya koymaktadır. Ay ekliplik düzlemiyle hem yatay (Faz Açısı) hem de dikey açı (Eğim Açısı) yaptığından, ayrılma açısı bu ikisinin bileşkesi olmaktadır; Ay Faz Açısı ve Ay Eğim Açısı küçük ve birbirlerine dikey olduklarından, şu yaklaşık eşitliği (6) yazabiliriz:

 

Ay Ayrılma Açısı2 ≈ Ay Faz Açısı2 + Ay Eğim Açısı2

 

Ru’yet için 8º ayrılma açısını şart koşarsak, bu durumda hilalin görülebilmesi için, Ay Eğim Açısına bağlı olarak 6,2º ~ 8º arasında bir faz açısı ve buna paralel olarak kavuşum anından itibaren 11~18 saatlik bir sürenin geçmesi gerekli olur. Burada hatırlatmak istediğimiz bir husus daha var: 6 no.lu eşitlik uyarınca Ayrılma Açısı, hiçbir zaman Eğim Açısından az olamamaktadır; yani Eğim Açısının 5º olduğu durumda, kavuşum anındaki Ayrılma Açısı da 5ºde kalmaktadır. Eğer ay yüzeyine ışığın 7º açıdan önce yansımasını engelleyen dağlar yerleştirilmiş olmasaydı (Danjon etkisi), biz hilali muhtemelen kavuşum anında da görebilecek ve yeni ayı tespit edemeyecektik. Aya bir Eğim Açısı vererek ay ve güneş tutulmalarının her ay zuhur etmesini engelleyen Yüce Yaratıcı, ay yüzeyini de tanzim ederek ru’yeti mümkün kılmıştır.

Yeniay evresinde ay, güneşi gökyüzünde az geriden takip ettiği içindir ki ayın batışı, güneşin batışından biraz sonra gerçekleşir. Bu nedenle hilal, güneş battıktan 10~15 dakika sonra güneşin battığı noktanın yakınlarında ve kendisi de batmadan hemen önce kısa bir süre zarfında gözlenebilir. Ayın görülebilmesi için hilalin belli bir kalınlığa ulaşması ve batmadan önceki parlaklığının, ufkun o anki parlaklığından daha fazla olması gereklidir. Bunun için ise güneş battığı anda ayın ufuktan belli bir açı yukarıda olması gerekmektedir.

Kavuşum anı objektif olarak tanımlanabildiğinden, günümüzün astronomi ilmiyle dakikası dakikasına hesaplanabilmektedir. Ancak kameri ay başlangıcının şer’i kuralı sayılan ru’yet yani hilalin ilk görülmesi anı sübjektif olup, gözlemleyene ve atmosferik şartlara göre değişebilmektedir. Bu nedenle astronomik hesaplama ile ru’yet anını bulmak mümkün olmayıp, imsak/yatsı vakitleri bahsinde de zikredildiği gibi müşahede esastır. Ancak yukarıdaki bilgilerin ışığında denebilir ki; belli şartlar oluşmaksızın hilalin görülmesi mümkün değildir ve astronomi ilmi, en azından hilalin görülmesinin mümkün olabileceği en erken anı söyleyebilir. Antik çağlardan bugüne değin, hilalin görülebilme kriterleri ile ilgili birçok araştırma yapılmış ve farklı araştırmacılar tarafından değişik şartlar ortaya konmuştur. Bunların bazılarını sıralayalım:

  • Babil: Antik çağlarda, Babillilerin gözlem verilerine dayanarak geliştirdikleri kriterdir. Güneşin batışı ile ayın batışı arasındaki sürenin en az 48 dakika ve kavuşum anı ile güneşin batışı arasındaki sürenin en az 24 saat olması şartlarını esas alır.
  • İbn-i Tarık: 8-10. yy.da Müslüman astronomlar tarafından ortaya konmuştur. Güneşin batışı ile ayın batışı arasındaki süreyi ve güneşin batışı anındaki ay dikey açısını esas alır. El-Karizmi, El-Batani ve Habeş kriterleri de bu dönemde türetilmiştir.

9;

  • Fotheringham: 1910 yılında Fotheringham tarafından, Scmidt’in Atina’da 20 yıl boyunca yaptığı gözlem sonuçlarına dayanarak geliştirilen ve güneşin batış anındaki ay dikey açısı ile ay-güneş arası yatay açıyı temel alarak oluşturulan görülebilirlik diyagramlarına dayanır.
  • Maunder: 1911 yılında Maunder tarafından, yine Schmidt’in verileri ve bazı ilave gözlemlere dayanarak geliştirilmiştir. Bu kriterde ay, Fotheringham kriterindekinden biraz daha önce görülmektedir.
  • Indian/Schoch: Hintli astronom Ephemeris tarafından ortaya atılmış olup önceki iki kriterden türetilmiştir. İlk olarak Carl Schoch tarafından tanımlanmıştır.
  • Bruin: 1977’de F. Bruin’in yayımladığı hilal genişliği ile güneş/ay dikey açılarını baz alan görülebilirlik teorilerinden geliştirilmiştir. Minimum hilal genişliği 0.5′ olarak kabul edilmektedir.
  • İlyas (A): Dr. M. İlyas tarafından ortaya atılan bu kriterde, güneşin batış anındaki ay dikey açısı ile o andaki ay ayrılma açısı esas alınmaktadır.
  • Ilyas (B): Dr. İlyas’ın ikinci kriteri, antik Babil kriterinin değiştirilmiş modelidir. Babil modelindeki sabit 48 dakikalık süre, burada enleme göre değiştirilmektedir (0º enlem için 41′, 30º için 46′, 40º için 49′ ve 50º için 55′).
  • Ilyas (C): Dr. İlyas’ın 1988 yılında tanımladığı 3. kriteri, İlyas (A)’nın modifikasyonu ile ortaya çıkmıştır. Güneşin batışı anındaki ay dikey açısı ile ay-güneş arası yatay açıyı esas alır.
  • RGO 67: Greenwich Kraliyet Rasathanesi (Royal Greenwich Observatory) tarafından yapılan, hilalin ilk görüldüğü yer ve zamanın tespitine yönelik hesaplamaları esas alır. Bu teoriye göre hilalin en erken görülebileceği yer, güneş battığı anda ayın tam güneşin üzerinde ve ay dikey açısının 10º olduğu yerdir. Burada hilal, gökyüzünün açık ve ufkun düz olması koşuluyla, güneş 5º ufkun altına indiği anda görülebilmektedir.
  • SAAO: Güney Afrika Astronomik Gözlemevi (South African Astronomical Observatory) çalışanlarından Dr. John Caldwell ve Dr. David Laney tarafından ortaya atılmıştır. Güneşin batış anındaki hilal alt ucu dikey açısıyla ay-güneş arası yatay açıya dayanır.
  • Shaukat: Khalid Shaukat ve New York’taki Hilal Gözleme Komitesi tarafından ileri sürülen bu kriter, güneşin batış anındaki hilal alt ucu dikey açısını ve hilal genişliğini kullanır. Buna göre hilalin görülebilmesi için, “güneşin batış anındaki hilal alt ucu dikey açısı > 3,4º” ve “dikey açı[º]/12,7 + hilal genişliği[‘]/1,2 > 1” şartları sağlanmış olmalıdır.
  • Yallop: Bernard Yallop tarafından 1998 yılında ortaya konmuş olup, Indian/Schoch ve Bruin kriterlerinin modifikasyonu sonucu oluşmuştur. Ay Eğim Açısı ve hilal genişliği parametrelerini kullanır. Burada hilalin görülebileceği en iyi an, güneşin batışı ile ayın batışı arasındaki sürenin 4/9’u olarak belirlenmiştir.
  • Schaefer: 1988 yılında B.E. Schaefer tarafından Bruin kriterleri esas alınmak suretiyle oluşturulmuştur. Atmosferin bulanıklığı, Rayleigh ve aerosol serpintisi, ozon emilimi gibi ilave faktörleri de dikkate alan karmaşık kriterler içerir.

Görülebilirlik kriterleri kullanılarak hazırlanan Hilal Görülebilirlik Haritaları, belli bir kameri ay için hilalin dünyanın hangi kesimlerinde ilk olarak görülebileceğini kestirirler. Bu ilk görülebilirlik alanları, bir noktadan başlayıp batıya doğru genişleyen bir parabol şeklinde oluşmaktadır (Şekil 23).

 

Şekil 23.     Shaukat (Şevket) Kriterleri ile Hazırlanan Hicri 1428 Ramazan Ayına ait Görülebilirlik Haritası

Ayın hilal olduğu dönemlerde, ay yuvarlağının geri kalan karanlık kısmı da belli belirsiz bir ışık saçmakta ve dikkatle bakıldığında seçilebilmektedir (Şekil 24). Hilal kalınlığı arttıkça karanlık bölümün görülebilmesi zorlaşmaktadır. Sebebi ilk olarak Leonardo da Vinci tarafından ortaya konduğundan, da Vinci olgusu olarak bu gerçekliğe, dünyadan yansıyarak aya çarpan güneş ışınları neden olmaktadır (Şekil 25). Aydan bakıldığında dünyanın görüntüsü, dünyadan bakıldığındaki ay görüntüsünün bir bakıma negatifidir; yani ayın hilal döneminde (Ay Faz Açısı küçükken), aydan dünya dolun şeklinde görünmektedir. Bu durumda güneşten dünyaya çarpıp yansıyan ışınların neredeyse tamamı ay yüzeyine ulaşmakta, buradan tekrar yansıyarak zayıf bir ışımaya neden olmaktadır. Ay Faz Açısı arttığında ise dünyadan yansıyan ışınların yönü değiştiğinden şiddeti azalmaktadır. Genel olarak ifade edersek, ayın karanlık kısmının da Vinci ışıma şiddetinin, karanlık kısmın yüzeyi ile doğru orantılı olduğunu söyleyebilir. Buna göre örneğin ay yarı-hilal şeklini aldığında da Vinci ışımasının şiddeti yarıya iner ve farkedilmesi son derece zorlaşır. Da Vinci ışıması, hilalin görülmesinde yada görülen şeyin hilal olduğununun teyidinde önemli bir ipucu olabilmektedir.

Şekil 24.     Da Vinci Etkisi Altında Hilalin Görünümü

Şekil 25.     Da Vinci Etkisinin Oluşumu

Ayın başlangıcına ilişkin İhtilaf-ı Metali’ ve İttifak-ı Metali’ olmak üzere iki ayrı fıkhî kural mevcuttur. Hz. Aişe’den gelen zayıf bir rivayete dayandırılan ve genellikle Şafiilerinin esas aldığı İhtilaf-ı Metali’ kaidesinde, aralarında 24 fersahtan (134 km) fazla mesafe bulunan beldelerde hilal farklı gecelerde görülmüşse yeni ay da farklı günlerde başlar. Bu görüştekilerin delili, “Artık sizden kim ramazan ayının hilâlini görürse, o gün oruç tutsun” ayetidir[19]. Diğer mezheplerine göre ise İttifak-ı Metali’ esas olup, yeryüzünün herhangi bir bölgesinde hilalin görülmesi durumunda diğer beldelerde de buna istinaden ayın başladığına hükmedilir. İttifak-ı Metali’ kuralının uygulanması halinde tüm Müslümanların aynı hicri takvimi kullanmaları mümkün olacaktır.

İslam ülkeleri arasında kameri aybaşı konusunda standart bir uygulama olmadığından, özellikle oruçla alakalı olarak Ramazan ve Şevval ayları ile, haccın ifa edildiği Zilhicce aylarına yönelik olarak sıkıntı yaşanmaktadır. Suudi Arabistan ve ona uyan ülkeler ile diğer İslam ülkeleri arasında uzun yıllar boyu süregelen bu farklılık, oruca farklı günlerde başlanmasına ve Ramazan ile Kurban bayramlarının farklı günlerde kutlanmasına yol açmaktadır; zira Suudi Arabistan’ın açıkladığı ve uyguladığı kameri ay, yukarıda izahına çalıştığımız görülebilirlik kriterlerine (hükmi ru’yet) ve kendi gözlemlerine (hakiki ru’yet) dayanarak kameri aybaşlarını tespit eden ülkelere göre genellikle bir gün erken başlamaktadır. Böylece Ramazan ve Kurban Bayramları da birer gün farklılık arz etmektedir. Özellikle Amerika’da yaşayan Müslümanların hilali göremedikleri gecelerde, çok daha doğuda olan Suudi Arabistan’da aybaşı ilan edilmesi tartışmalı bir durum oluşturmaktadır. Bu konudaki genel kanı, astronomik hesaplama sonucu aybaşı tespit edenlerin sünnete uygun davranmadıkları ve hilali gözlemlediği düşünülen ve Haremeyn-i Şerif’i barındırma şerefine sahip olan Suudi Arabistan’ın ilan edeceği aybaşının esas alınması yönündedir; ancak konuyu araştıranlar, Suudi Arabistan’daki uygulamanın hilalin görülebilirliği esasını gözetmediğini ileri sürmektedirler. İddiaya göre Suudi Arabistan’da kameri aybaşlarının tespitinde Ümmü-l Kurra Takvimi esas alınmaktadır[20]. Krallığın kurulduğu dönemde, devlet işlerinde standart bir hicri takvimin kullanılması ihtiyacıyla uygulanmaya başlayan Ümmü-l Kurra Takvimi, 32 yıllık olarak hazırlanmış ve aybaşlarının tespitinde İngiliz Kraliyet Rasathanesinin ilan ettiği kavuşum zamanlarına itibar edilmiştir. Buna göre eğer Riyad’da günbatımı esnasında kavuşumun üzerinden 12 saat geçmişse o gün ayın biri kabul edilmiştir. Hicri 1420 yılında bu kriter değiştirilerek, ayın batışı esas alınmıştır. Buna göre Mekke’de ayın güneşten sonra battığı gece ve onu takip eden gün ayın biridir. Hicri 1423 yılından itibaren ise bu kritere, günbatımında kavuşumun gerçekleşmiş olma şartı eklenmiştir[21]. Ümmü-l Kurra Takvimi her ne kadar sadece resmi amaçlı da olsa, ilan edilen aybaşlarının ekseriyetle bu takvime uygun olduğu bildirilmektedir. Gerçi Suudi Krallığında hilalin görüldüğüne karar verilmesi için iki tanığın şehadeti gerekmektedir; ancak gözlemcilerin hilalin müşahedesi konusunda tecrübeli olmaları şartı aranmaması ve günümüz gökyüzünde uydu, uçak vb. yapay cisimlerin çokluğu gibi nedenlerle olacak ki şehadet çoğunlukla vaki olmaktadır. Ya da şehadet bildirilmese dahi, önceki ayın otuzu tamamladığı durumlarda yeni ayın başladığına hükmedilmektedir. Halbuki önceden de açıkladığımız üzere, hilalin 30. günün bitiminde açık gökyüzünde görülememesi, önceki aya erken başlandığını göstermektedir. Bu dikkate alınmadığı takdirde, tüm aylar bir geriye kayabilmektedir. Şehadet konusundaki ihtilafların giderilmesi için Hanefi mezhebinin görüşüne itibar edilmesi, yani bulutsuz havada hilalin görüldüğüne karar verilebilmesi için büyük bir topluluğun şehadetinin gerekli kılınması tavsiye edilmektedir.

Kameri aybaşları konusunda yaşanan bu ayrılığın giderilmesi için zaman zaman İslam ülkeleri bilirkişileri bir araya gelmekte ve çözüm yolları araştırmaktadırlar. 1973 yılında Kuveyt’te yapılan konferansın ardından 1978 yılında İstanbul’daki Ru’yet-i Hilal Konferansına 19 ülkenin delegeleri katılmışlardır. Bu konferansta özetle, kameri aybaşı için ru’yetin esas olduğu, astronomik olarak ortaya konan görülebilirlik (hükmi ru’yet) hesaplamalarında Ay Ayrılma Açısının en az 8º  ve Ay Dikey Açısının en az 5º olması gerektiği ve İttifak-ı Metali’nin geçerli olduğu karara bağlanmıştır. Buna göre tüm ülkelerde aynı gün aybaşı kabul edilecek, yani Müşterek Hicri Takvim kullanılacaktır. Bu takvimde hilalin, dünyanın herhangi bir noktasında ilk olarak görülebildiği anı, yani Ay Ayrılma Açısının 8º olduğu anı takip eden Miladi günün (GMT) kameri ayın biri olarak alınması kararlaştırılmıştır ki bu da şu anlama gelir: Eğer hilal ilk görülebildiğinde saat 00:00 GMT’den önceyse, o esnada Amerika’nin batı kıyılarında akşam olacağından ay görülebilecek ve dünyanın kalanı için o gece yeni ay başlamış sayılacaktır; 00:00 GMT’den sonra beliren hilal ise ancak Asya’nın doğu kıyılarında akşam olduğunda görülebilecektir. Yani görülebilirlik parabolü Amerika’nın batısına, Büyük Okyanus üzerine rastlıyorsa takip eden gece kameri aybaşı olacaktır. Ancak ilk görülebilirliğin 00:00 GMT’ye yakın gerçekleştiği aylarda, yani hükmi ru’yetin belirsizlik içerdiği durumlarda Amerika’nın batı bölgelerinde yapılacak müşahede belirleyici olacaktır.

Türkiye’de hâlihazırdaki uygulama da 1978 Konferansı doğrultusundadır. Bu itibarla örneğin, bizden hayli batıda olan Amerika’da hilalin ancak teleskopla görülmesi durumunda dahi Türkiye’de Ramazan veya Şevval başlamış olmaktadır. Yani denebilir ki Türkiye’deki uygulamaya göre hilalin Türkiye ya da Mekke’de daha önce görülmesi astronomik olarak mümkün değildir. 1999 ve 2001 yıllarında Ürdün’de gerçekleştirilen İslami Astronomi Konferanslarında da, astronomik görülebilirlik kriterleri tartışılmış ve bu kriterlere uymayan müşahedelere itibar edilmeyeceği karara bağlanmıştır. Biz de bu karmaşanın bir an önce sona ererek Müslümanların şeksiz şüphesiz ibadetlerini ifa edebilecekleri günlere kavuşmayı temenni ediyoruz. Yalnız burada tekrar vurgulamak istediğimiz nokta, kameri aybaşının tespitinde ru’yetin, yani hilalin bizzat görülmesinin şer’i açıdan elzem olduğu, farz-ı kifaye olarak kabul edilen müşahedenin terkedilmemesi gerektiğidir.

 

SONUÇ

Buraya kadar aktarmaya çalıştığımız bilgilerden bazılarını, gündelik uygulamalar açısından faydalı olabileceği mülahazasıyla derleyip bu bölümde okuyucuya maddeler halinde sunmak istiyoruz:

  • Günlük namaz vakitleri, ayet ve sünnetle sabit olup, güneşin gökyüzündeki hareketine bağlanmıştır.
  • Hesap yoluyla bulunan vakitlere, temkin adı verilen bir ihtiyat payı eklenir. Gerçek zaman ise takvimdeki zamandan temkin süresi kadar farklıdır. Türkiye gazetesi takvimlerinde, Diyanet takvimine göre farklı temkinler kullanılmıştır.
  • İkindinin vakti konusunda ihtilaf vardır. Takvimlerde gösterilen vakit, Ebû Hanife dışındaki cumhurun benimsediği Asr-ı Evvel vaktidir. Ebû Hanife’nin görüşü olan Asr-ı Sani vakti, diğerinden daha sonra gerçekleşmektedir. Aradaki süre, Türkiye için kışın 40, yazın 75 dakikadır. Mümkünse ikindiyi Asr-ı Sani’den sonra kılmalıdır; bununla beraber Asr-ı Evvel’e kadar kılınamamış olan bir öğle namazı da, kaza edilmeyerek Asr-ı Sani’ye kadar kılınabilir.
  • İmsak ve yatsı vakitleri, tan yerindeki aydınlığın bir gözlemci tarafından değerlendirilmesine dayanır. Bu değerlendirmenin sonucu gözlemciye ve atmosfer şartlarına dayandığından hesap yoluyla kesin olarak belirlenemez. Takvimlerdeki saatler, bazı varsayımlar ışığında bulunmuş itibari zamanlardır. Varsayımlar ve dolayısıyla vakitler, ülkeden ülkeye değişebilmektedir. Bu vakitler için mümkünse müşahede yapılmalı, değilse bu belirsizlik dikkate alınarak amel edilmelidir. Ayrıca yatsının vakti konusunda ihtilaf vardır. Ebû Hanife dışındaki cumhur kızıl şafağın kaybolmasını, Ebû Hanife ise beyaz şafağın kaybolmasını esas almıştır. Buna göre tavsiyemiz, akşam namazının güneş ufkun 10° altına inmeden önce kılınması, sabah namazının ise güneş ufkun 15° altına varmadan kılınmamasıdır. Türkiye için kabaca ifade edersek, akşam namazını ezandan itibaren 50 dakika içinde kılmalı, sabah namazı için ise imsaktan sonra kışın 20, yazın 30 dakika beklemelidir.
  • Şer’i açıdan gündüz, orucun tutulduğu imsak ile akşam vakti arasıdır, gece de akşam ile imsak vakti arasıdır.
  • Yatsıyı, gecenin üçte birinden veya hiç değilse yarısından sonraya bırakmamalıdır.
  • Dünyanın hareket hızının sabit olmaması nedeniyle öğle vakti yıl içinde 30 dakika kayma gösterir. Tüm diğer vakitler de öğle vakti ile birlikte kayarlar.
  • Güneş ufka yakın (irtifa < 5°) ve ışıkları sarı iken namaz kılınmaz. Bu itibarla Türkiye için, doğduktan sonraki ve batmadan önceki 45 dakika namaz kılmak mekruhtur.
  • Güneş tam tepede iken namaz kılınmaz. İhtiyaten Türkiye için, öğle vaktinden önceki 50 dakika namaz kılmamalıdır.
  • Kutba yakın enlemlerde yatsı vakti gecenin üçte birinden sonraya sarkarsa yatsı namazı gecenin üçte birinde kılınabilir. Şafağın hiç kaybolmadığı durumlarda imsak vakti, öğlenin simetriğinden bir müddet sonrası olarak uygulanabilir (örneğin öğle 12:00 ise imsak 00:30 kabul edilebilir).
  • Güneşin hiç doğup batmadığı veya gece/gündüz sürelerinin elverişsiz olduğu kutup bölgelerinde, her bir namaz vakti için yeterli bir süre (45~60 dakika) kalacak şekilde takdir yapılabilir.
  • Kıble tayininde pusula, güneş, ay veya yıldızlardan faydalanılabilir.
  • Amerika’da Kâbe yönü kuzeydoğudur.
  • Pusula, manyetik kuzeyi gösterir. Coğrafi kuzeyden sapması, zaman ve mekâna göre değişir. Türkiye’de 2007 yılındaki sapma miktarı yaklaşık 5°dir.
  • Kıble açısı, bulunduğumuz yeri Kâbe’ye bağlayan çemberin coğrafi kuzeyle yaptığı açıdır. Pusula bu açıya getirildiğinde, yaklaşık Kâbe yönü bulunmuş olur.
  • Güneş Yatay Açısı güneşin izdüşümünün coğrafi kuzeyle yaptığı açıdır. Bu açı ile Kıble Açısı arasındaki fark kadar sola döndüğümüzde hassas bir şekilde Kıble’yi bulmuş oluruz. Bu yöntem tüm gündüz boyunca kullanılabilir.
  • Kıble saati, Güneş Yatay Açısı ile Kıble Açısının çakıştığı saattir. Bu esnada yüzünü güneşe dönen kişi Kıble’ye yönelmiş olur. Günde yalnız bir vakitte uygulanabilir.
  • 28 Mayıs ve 16 Temmuz günleri Dünya Kıble günüdür. Bu günlerde tüm dünyada aynı anda Kıble saati oluşmaktadır; zira o esnada güneş Kâbe’nin tam tepesinde durur.
  • Ay Yatay Açısı bilindiğinde gece de Kıble aynı şekilde bulunabilir.
  • Kutup Yıldızı coğrafi kuzeyi gösterir. Yüzümüzü Kutup Yıldızına dönüp Kıble Açısı kadar sağa döndüğümüzde Kıble’yi buluruz.
  • İbadetlere esas olan hicri takvim ay devinimini esas alır.
  • Bir kameri ay 29 veya 30 gün sürer. Birkaç kez üst üste 29 veya 30 gün çekebilir.
  • Bir kameri ayın bitip diğerinin başlaması için hilalin görülmesi lazımdır.
  • Ay tam dünyayla güneş arasındayken hilal görülemez. Hilalin görülebilmesi için güneşten belli bir açı miktarı ayrılması gereklidir.
  • 29. günün bitiminde hilal görülemezse ay otuza tamamlanır; ancak hilalin 30. günün bitiminde açık gökyüzünde görülememesi, aya erken başlandığının ispatıdır.
  • Hilal, güneş battıktan 10~15 dakika sonra, güneşin battığı noktanın yakınlarında ve kısa bir süre zarfında gözlenebilir. Sonra kendisi de batar.
  • Akşam vakti hilalin ilk görüldüğü yerin doğusunda kalan bölgeler hilali ancak ertesi gece görebilirler. Batı tarafındaki bölgelerde ise akşam olduğunda görülebilir. Buna göre Amerika’nın batısından görülemeyen bir hilal, o gece dünyanın hiç bir yerinden görülemez.
  • Hilalin görülüp görülememesi müşahedede bulunan gözlemcinin tecrübe ve görüş kabiliyetine, ayrıca atmosfer şartlarına bağlıdır. Dolayısıyla hesap yoluyla kesin olarak belirlenemez.
  • Uzun yıllar boyunca toplanan gözlem sonuçlarının değerlendirilmesiyle bazı görülebilirlik kriterleri oluşturulmuştur. Bu istatistikî kriterler, hilalin en erken ne zaman ve nereden görülebileceğini kestirirler. Dolayısıyla bu kriterler, ancak gözlemin sıhhatine yönelik ipucu verebilirler; kameri aybaşı tespitine esas olan ayın bizzat müşahedesidir.
  • Türkiye’de hicri takvim, 1978 yılındaki uluslararası konferansta kabul edilen kriterlere göre hesaplanıp hazırlanmaktadır.
  • Şafii mezhebi dışındaki cumhura göre, dünyanın herhangi bir yerinde hilal görüldüğünde, diğer yörelerde de aybaşı kabul edilir. Buna göre hilal, Amerika’nın batısından görülebildiği en son zaman olan Türkiye kış saatiyle 02:00’a kadar tespit edilebiliyorsa o gece ve takip eden gün tüm dünyada hicri aybaşı olarak kabul edilmektedir. Eğer hilal bundan sonra görülebiliyorsa bir sonraki gece aybaşı olur.
  • Diyanet’in açıkladığı kameri aybaşından önce hilali Türkiye’den veya Mekke’den görmek mümkün değildir.
  • Suudi Arabistan ve onu takip eden ülkelerde aybaşının genellikle, görülebilirlik kriterlerlerini uygulayan ve bunu gözlemle destekleyen ülkelerden bir gün önce ilan edilmesi sıkıntıya sebep olmaktadır. Bu farkın, Suudi Krallığının uyguladığı ve nesnel kriterlere dayanmayan Ümmü-l Kurra takviminden kaynaklandığı iddia edilmektedir.

 


[1] Bakara 238; Nisâ 103, Hûd 114, İsrâ 78, Rûm 17-18, Nûr 36, Kâf 39-40, Dehr 25

[2] Tirmizî, Salât, 1; Ebu Dâvûd, Salât, 2; Nesâî, Mevâkît, 10; Müslim, Mesâcid ve Mevâdiu’s-Salât, 31

[3] Tirmizi, Salât, 114; Müslim, Mevâkit, 6; Beyhakî, Sünen-i Kübrâ, I/375-376

[4] İsra 78

[5] Nesâî, Mevâkît, 15, 7, 10, 17

[6] Ebu Davud, Savm, 17; Tirmizi, Savm, 15

[7] Buhari, Ezan 13, Talak 24, Haberu’l-Vahid 1; Müslim, Sıyam 40; Ebu Davud; Savm 17; Nesai, Savm 30

[8] Rahman 17, Saffat 5

[9] Bakara 187

[10] Müslim, Müsafirin 293; Ebu Davud, Cenaiz 55; Tirmizi, Cenaiz 41; Nesai, Mevakit 31

[11] Buhari, Mevakit 35, Tevhid 31; Müslim, Mesacid 309–311; Muvatta, Vaktu’s-Salat 25; Ebu Davud, Salat 11; Tirmizi, Salat 130, Tefsir, Ta-ha; Nesai, Mevakit 53, 54, 55, İmamet 47

[12] Ebu Davud, Salat 299; Nesai, Mevakit 35; Müslim, Müsafırin 294

[13] Ebu Davud, Salat 223

[14] Müslim, Kitabu’l-Fiten ve Eşrâtu’s-Sâat, 20

[15] Bakara 144, 149, 150

[16] detaylı harita için bkz.http://geomag.usgs.gov/charts/ig00d.pdf

[17] En’am 97

[18] Tevbe 36

[19] Bakara 185

[20] Suudi Krallığı Din İşleri Yüksek Kurulu temsilcisi Muhammed bin Ahmed’in Ürdün Astronomi Cemiyetine çektiği 23 Ramazan 1418 (21 Ocak 1998) tarihli faks

[21] Kral Abdülaziz Universitesi Astronomi ve Jeofizik Enstitüsünde Ümmü-l Kurra Takvimini hazırlamaktan sorumlu Dr. Zeki el-Mostafa’nın, 2001 yılındaki İslami Astronomi Konferansında sunduğu bildiride geçmektedir.

 


KAYNAKÇA

  1. Moon Calculator v6.0, Dr. Monzur Ahmed, Birmingham, 2001 (http://www.ummah.net/ildl/mooncalc.html)
  2. Prayer Time Calculator v2.5, Dr. Monzur Ahmed, Birmingham, 1995
  3. Prayer Times for Windows v1.0Adel A. Al-Rumaih, Riyad, 1995
  4. Islamic Timer v2.1, Waleed A. Muhanna, Ohio, 1992
  5. Questions on Moonsighting, Khalid Shaukat, 1999
  6. Questions on Prayer Schedule, Khalid Shaukat, 1998
  7. Questions on Qibla Direction, Khalid Shaukat, 1999
  8. İslam Fıkhı Ansiklopedisi, Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, İSTANBUL, 1994
  9. Büyük İslam İlmihali, Ö. Nasuhi BİLMEN, İSTANBUL, 1991
  10. Hadis Ansiklopedisi (Kütüb-i Sitte), Prof. Dr. İbrahim CANAN
  11. The Correct Qibla, S.Kamal Abdali, 1997 (http://patriot.net/~abdali/ftp/qibla.pdf)
  12. Fajar and Isha, Yaqub Ahmed Miftahi, 2005 (http://moonsighting.com/articles/fajr&isha-yam.pdf)
  13. Türkiye Takvimi (http://www.turktakvim.com)
  14. National Geomagnetism Program (http://geomag.usgs.gov)
  15. International Geomagnetic Reference Field (http://www.ngdc.noaa.gov/IAGA/vmod/igrf.html)
  16. Blue Twilight in a Simple Atmosphere, Phil Ekstrom, 2002 (http://www.lotek.com/blue_twilight.pdf)
  17. Atmospheric Optics, Ord.Prof.Dr. Craig F. Bohren, Pennsylvania State University (http://homepages.wmich.edu/~korista/atmospheric_optics.pdf)
  18. UBVRI Twilight Sky Brightness at ESO-Paranal, F. Patat, European Southern Observatory, 2006 (http://www.eso.org/~fpatat/science/skybright/twilight.pdf)
  19. A.B.D. Denizcilik Rasathanesi (http://aa.usno.navy.mil/data/docs/RS_OneDay.html)
  20. World Magnetic Model, http://www.ngdc.noaa.gov/geomag/WMM/
  21. Namaz Vakitlerinin Oluşmadığı Bölgeler ile Yatsı Namazı Vaktinin Geç Oluştuğu Bölgelerde Namaz Vakitlerinin Tespiti, Diyanet İşleri Başkanlığı, 2006 (http://www.diyanet.gov.tr/turkish/karar.asp?id=1160&sorgu=1)
  22. İslam Ülkeleri Evkaf ve Din İşleri Bakanları Toplantısı, Kuveyt 1983 (http://www.diyanet.gov.tr/turkish/vakithes_kuveyt73.asp)
  23. Kameri Aybaşları Tespit (Ruyet-i Hilal) Konferansı, İstanbul 1978 (http://www.diyanet.gov.tr/turkish/vakithes_kuveyt78.asp)
  24. Uluslararası İslami Araştırma Vakfı (http://www.irfi.org)
  25. http://moonsighting.com
  26. http://www.hilal-sighting.com
  27. http://www.geoastro.de/refract

Hafız Yetiştiriyorum

Bir yorum ekleyin