Allahü teâlâ insanları yarattı. Her insanın saadet içinde, mesûd yaşamasını istediğini bildirdi. Mesûd olmak, râhat, üzüntüsüz yaşamak demektir. Her insan da mesûd olmağı istemektedir. Yaratan da, yaratılan da aynı şeyi istemekde olduğu hâlde, mesûd olan kimse pek azdır.
Çünkü, Allahü teâlâ herşeyi bir sebep ile yaratmaktadır. Allahü teâlâdan birşey istemek, yâ kavl ile, söz ile olur. Yâhud fi’l ile olur. Kavl ile istemek, düâ etmektir. Bir şeyi fi’l ile istemek, bu şeyi meydana getiren sebebi yapmaktır. Çalışmak, sebebe yapışmak demektir.
Çalışmıyan, tenbel oturan, sebebe yapışmamış olur. Allahü teâlâ tenbele birşey vermez. “Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ: İnsan ancak çalışdığı şeye kavuşur” âyet-i kerîmesi bunun vesîkasıdır. Kâfirler, Allahü teâlâya inanmadıkları için, kavl ile istemiyorlar. Düâ etmiyorlar. Sebeblerin tesîrini gördükleri için, yalnız fi’l ile istiyorlar. Sebeblere yapışıyorlar. Allahü teâlâ da, onların bu isteklerini kabûl ederek, istediklerini dünyada veriyor. Fakat iman etmedikleri için ahıret nimetlerinden mahrum kalıyorlar.
Dünyada ve ahırette mesûd olmak için lâzım olan sebeblere “Nimet” denir. Allahü teâlâ, nimetlerini, dost, düşman, her istiyene vereceğini va’d etmektedir. Nimete kavuşmak için, nimet sâhibinin beğendiği gibi istemek lâzımdır.
Bunun için, nimeti istediğini bildirmek, düâ etmek ve muhakkak verileceğine inanmak, lâzımdır. Buna inanmıyana, hele inkâr edene verilmez. İnkâr eden mahrûm kalır. Saadete sebeb olan nimete kavuşmak için yapılan düâda, bu îmân şarttır.
Demek ki, nimete kavuşmak için, önce imân sâhibi olmak, yanî müslimân olmak, sonra, nimetin sebebine yapışmak lâzımdır. Bütün nimetlerin sâhibi olan Allahü teâlâ, nimetlere kavuşmak için, nasıl düâ edileceğini de, merhamet ederek, bildirmektedir.
Müslimânın düâsının kabûl olması için, düzgün bir imandan sonra, her gün beş vakit namaz kılmak, kul hakkı bulunmamak şartı da önce gelmekdedir.