Evet, başlıkta da ifade ettiğimiz üzere Allahu Teâla’nın ilk yarattığı şey, Âlemlere Rahmet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) nûrudur.
İmam Kastalânî hazretlerinin anlattığına göre, Allahu Teâla, insanlığın atası Âdem aleyhisselâmı yaratmıştı… Başını kaldırıp bakan Hz. Âdem, Arş-ı A’lâ’da muazzam bir nûr ile bir ismin yazılı olduğunu gördü:
“AHMED!”
Merak edip sordu:
“Yâ Rabbi, bu nûr nedir?” Allah Teâla buyurdu:
“Bu senin zürriyetinden bir peygamberin nûrudur ki, onun ismi göklerde AHMED ve yerlerde MUHAMMED’dir. Eğer, o olmasaydı, seni yaratmazdım!” [A.g.m., Mevâhibü’l-Ledünniye, 1, 6]
Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Âdem (aleyhisselâm o bilinen) hata(yı) işlediği zaman, ‘Yâ Rabbi! Muhammed’in hakkı için beni affetmeni istiyorum.’ diye yalvardı. Allahu Teâla,
‘Ey Âdem! Kendisini daha yaratmamışken, sen Muhammed’i nereden öğrendin?’ diye sordu. Âdem (a.s.),
‘Yâ Rabbi! Sen beni yed-i kudretinle yaratıp rûhundan bana üflediğinde, başımı yukarıya kaldırdım. Arş-ı A’lâ’nın sütunlarında, Lâ ilâhe illellah, Muhammedü’r-Rasûlullah yazılı olduğunu gördüm… Ve bundan anladım ki; ismini kendi isminin yanında yazdığın kimse, yarattıkların arasında sana en sevgili olandır.’ Bunun üzerine Allahu zû’l-Celâl şöyle buyurdu:
‘Ay Âdem, doğru söyledin; hiç şüphesiz Yarattıklarımdan bana en sevimli olan Odur. Onun hakkı için istediğinden ötürü seni bağışladım. Bilesin ki, eğer O olmasaydı, seni yaratmazdım.”
Bu hadisi Beyhakî, Taberânî, Hâkim rivayet etmiştir. [Bkz. Hâkim, Mustedrek, 2, 615; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 1, 116; Yûsuf Nebhânî, Hucetullâhi ale’l-Âlemîn, s. 210]
Ayrıca değişik rivayetlerde Âdem aleyhisselamın tevbesi ve o tevbenin kabulü anlatılırken, Hz. Âdem Cennet’te iken, Cennet’in her tarafında “Lâ ilâhe illallah Muhammedün rasûlullah” yazısını gördüğü bildirilir. [Hâkim, Müstedrek, a.g.y.; Kaadı İyâz, Şifa, 1, 138]
Bu rivayetlerde herhangi bir tenakuz/çelişki yoktur. Çünkü Hz. Âdem’in, “Muhammed” ism-i şerifini hem yaratıldığında Arş’ın üzerinde görmesi, hem de Cennet kapılarında ve Cennet’in diğer yerlerinde görmesi, biribirine aykırı şeyler değildir. AncakMuhammed ism-i mübarekini ilk olarak görmesi yaratıldığı zamanda olmuş, sonra Cennet’te de görmüştür, denilebilir. [Bu mevzuda geniş bilgi için bkz. Mevâhibü’l-Ledünniyye (Terc. Osmanlıca), s., 2-3]
***
Hz. Câbir anlatıyor: (Bir gün),
“Yâ Rasûlallah! Anam-babam sana feda olsun, Allah’ın (c.c.) her şeyden önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz?” diye sordum. Şöyle buyurdu:
“Ey Câbir! Her şeyden önce Allah’ın ilk yarattığı şey senin Peygamberin’in nârudur. O nûr, Allah’ın kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir şey yoktu. Ne Levh ne Kalem ne Cennet ne Ateş / Cehennem vardı. Ne melek, ne gök ne yer ne güneş ne ay ne cin ve ne de insan vardı.” (Kastalânî, a.g.e., 1, 7)
“Allah (c.c.) mahlûkatı yaratmak istediği vakit, bu nûru dört parçaya ayırdı:
Birinci parçasından Kalem’i,
İkinci parçasından Levh’i (Levh-i Mahfûz),
Üçüncü parçasından Arş’ı yarattı.
Dördüncü parçayı ayrıca dört parçaya böldü:
Birinci parçadan Hamele-i Arş‘ı (Arş’ın taşıyıcılarını),
İkinci parçadan Kürsî’yi,
Üçüncü parçadan diğer melekleri yarattı.
Dördüncü kısmı tekrar dört parçaya böldü:
Birinci parçadan gökleri,
İkinci parçadan yerleri,
Üçüncü parçadan Cennet ve Cehennemi yarattı.
Sonra dördüncü parçayı yine dörde böldü:
Birinci parçadan mü’minlerin basiret nûrunu / iman şuurunu,
İkinci parçadan –mârifetullahtan ibaret olan- kalplerinin nûrunu,
Üçüncü parçadan tevhidden ibaret olan ünsiyet nûrunu (Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-Rasûlüllah nûrunu) yarattı.” [Bkz. İmam Ahmed, Müsned, 4, 127; Hâkim, Müstedrek, 2, 600/4175; İbn Hibbân, el-İhsân, 14, 312/6404; el-Leknevî, el-Âsâru’l-Merfû’a, s. 42-3; Kastalânî, a.g.e., 1, 6; Krş. Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1, 262-265-266]
Bir hadis-i kudsîde de şöyle buyrulmuştur:
“Allah (c.c.); ‘Seni kendi nûrumdan, diğer şeyleri de senin nurundan yarattım.‘ buyurdu.” [Bkz. Ahmed, Müsned, 4, 127; Hâkim, Müstedrek, 2, 600/4175; İbn Hibbân, el-İhsân 14, 312/6404; Aclûnî, Keşfü’l-Hâfâ, I, 265/827]
***
S o n s ö z
Hz. Mevlâ-yi zû’l-Celâl buyuruyor ki:
وَدَاعِيًا إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُّنِيرًا
Meali: “ve Allah’a, O’nun emir (ve tesiri) ile bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik.” [Ahzâb suresi, 46]
Rasûlullah Efendimizin nûru, halk olunduğu zaman ikiye ayrıldı:
1. Hz. Mevlâ, O’na nazar-ı heybetle bakınca, o nûr su oldu.
2. Kâinat dediğimiz âlem-i Kebîr, yani Arş, Kürs, Levh, Kalem hepsi bu nûrdan meydana geldi.
Rasûlullah Efendimiz zübde-i kâinattır. Âlem-i Kebîr ve Âlem-i Sağîr[*]in tamamı ondan alınmıştır.
Bütün ekâmil, nûru O’ndan alırlar. Nasıl ki bir kandilden bin tane kandil yakılsa, o kandilin zıyâsından bir şey eksilmezse,Rasûlullah Efendimizin nûr-i nübüvvetleri de bunun gibidir.” [Ziya Sunguroğlu, Notlarım, s. 42]
D i p n o t
[*] Âlem-i Sağîr (küçük âlem) nedir? Kendisinde, yaratılmışların hepsinden bir numûne bulunduğu için, insana verilen addır. İnsan,Âlem-i Kebîr’deki (insan dışında bulunan âlemdeki) her şeyi kendinde topladığından, mahlûkatın (yaratılan varlıkların) en kıymetlisi/en şereflisi olduğu gibi, kalb de Âlem-İ Sağîr’de bulunan her şeyi kendinde topladığı için çok kıymetlidir. İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî (k.s.) hazretlerinin ifadeleriyle, kalbe Âlem-i Asğar (en küçük âlem) ismi verilmektedir.