Allâhü Teâlâ, Rasulullah’ın (s.a.v.) en güzel ahlak üzere olduğunu bildirmiş, Rasulullah da (s.a.v.) kendisinin güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildiğini haber vermiştir. Dolayısıyla anne ve babaların çocuklarını yetiştirirken en güzel numune olan Rasulullah Efendimiz’i örnek almaları, onun çocuklara nasıl muâmelede bulunduğunu öğrenmeleri ve o şekilde çocuklarını yetiştirmeleri gerekir.
İnsan, Allâhü Teâlânın en güzel sûrette yarattığı bir varlıktır. Gerek fizikî ve cismanî bakımdan, gerek ahlak ve maneviyat itibariyle ruhanî bakımdan insan en güzel bir kıvama erebilecek, en güzel bir biçimde yaratılmıştır. Böyle mükemmel bir şekilde yaratılan insan fıtratındaki bu kemâle ulaşıp ulaşamamasında başta ebeveyni olmak üzere, arkadaşlarının, çevresinin ve diğer unsurların çok büyük tesiri vardır. Çocukluk dönemi, insan hayatında son derece mühim bir yere sahiptir. Çünkü insanlar, hayatlarındaki birçok hususiyeti henüz çocukken kazanırlar.
Rasulullah (s.a.v.) kadınlara ve özellikle kız çocuklarına hiç değer verilmeyen bir dönemde peygamber olarak gönderilmiştir. Tebliğ ettiği İslam dini bu vahşeti büyük günahlardan saymış, çocuklara belirli haklar tanımış ve değer vermiştir.
Peygamber Efendimiz hem değer verilmeyen çocuklara iâde-i itibarda bulunmuş, hem de onların terbiyelerinin en güzel şekilde olması gerektiğine işaret ederek bizzat bunları göstermiştir.
İşte Bir Baba, Bir Dede Olarak Peygamberimiz(sav) :
İbrahim’i Ziyaret
Hizmetçisi Enes, O’nu (asm) “Aile efradına O’ndan daha şefkatli davranan bir insan görmedim.” sözleriyle anlatır…
Hayatının son yıllarında dünyaya gelen oğlu İbrahim’i, bulunduğu süt annenin evinde sık sık ziyaret eder… Burası, Medine’nin kenar mahallelerindedir ve süt annenin kocası da bir demirci ustasıdır. Evin içi de çoğu kez demirci ocağından gelen dumanla doludur. Her ziyarette İbrahim’i kucağına alır ve uzun uzun koklayarak öper. Bu sırada bütün Arap yarımadasını hakimiyeti altında bulunduran bir devletin de başkanıdır.
(Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, II/222 .)
Ağlayan Bir Çocuğun Sesi
Mescit’te sabah namazını kıldırmaktadır. Genellikle yaptığı uygulama, farz olan iki rekatta, namazın ruhuna uygun bir biçimde, ağır ağır 100 ayet okuyarak uzun bir namaz kıldırmak iken, o sabah çok kısa sürede namazı tamamlar ve selam verir. Arkadaşları sorar:
– Ey Allah’ın Elçisi! Bugün neden namazı hızlı kıldırdın?
– Ağlayan bir çocuğun sesini duydum. Ana-babasının üzüleceğinden endişelendim.
(Ebu’ş-Şeyh el-İsbehani, Hazreti Muhammed’in Edeb ve Ahlakı, s.71.)
Bende Sizi Seviyorum
Maddi olarak son derece sıkıntılı geçen Hicret yolculuğu bitmiş, Medine’ye girilmektedir… Medineli Müslüman kız çocukları O’nu “Dolunay doğdu üstümüze Veda tepelerinden” şarkısıyla karşılamaktadır. Tam önlerinden geçerken Hz. Muhammed (asv) sorar:
“Küçük kızlar beni seviyor musunuz?”
Küçük kızlar “Evet” diye çığrışırlar. O da mutluluktan bütün yüzüne yayılan bir tebessümle konuşur:
(Afzalur Rahman, a.g.e., III/262)
Cenneti Hak Etmiştir
Aç bir anne kucağında iki küçük kızıyla beraber Hz. Ayşe (r.anha)’den yiyecek bir şeyler ister. Peygamber ve devlet başkan Hz. Muhammed (asv)’in evinde ise üç tane hurmadan başka bir yiyecek yoktur. Kızlarına birer hurma yediren anne, üçüncüyü de kendi yemek üzereyken aç çocuklar ellerini uzatarak onu da isterler. Ve anne verir. Hz. Ayşe (r.anha) akşam olduğunda hala olayın etkisi altındadır. Nihayet eve gelen Hz. Muhammed (asv)’e de anlatır. Hz. Muhammed (asv) yutkunarak konuşur:
“O anne bu hareketiyle cenneti hak etmiştir.”
(M. Yusuf Kandehlevi, Hayat-üs Sahabe, III/45.)
Hoş Geldin Kızım
Soyunun kıyamete kadar kendisinden devam edeceği ve yedi çocuğu içerisinde kendi vefatından sonraya kalan tek evladı olan Hz. Fatma (r.anha), Hz. Muhammed (asv)’in kalbinde çok özel bir yere sahiptir. Yanına her geldiğinde mutlaka ayağa kalkarak karşılar,
“Hoş geldin kızım.” diyerek öper, elinden tutarak yanına oturtur. Fatma da babasına karşı aynı şekilde davranır. Kızına duyduğu sevgiyi ifade ederken:
“Fatma benim parçamdır, ona eziyet veren bana eziyet vermiş olur.” der.
Beş-on sene öncesine kadar küçücük kız çocuklarını kendi elleriyle öldüren insanlardan oluşmuş bir toplum da onları izlemektedir. Kız çocuğunun gerçekte ne değerli bir nimet olduğunu anlayarak..
(Afzalur Rahman, a.g.e., II/222, 225; M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., III/67)
Kız – Erkek Ayrılınca
Hizmetçisi Enes anlatıyor:
Bir Adam Hz. Muhammed (asv)’in yanında oturuyordu. Bir ara adamın oğlu geldi. Adam çocuğu dizine oturtarak öpüp sevmeye başladı. Biraz sonra kızı da geldi. Adam ise onu yanına oturtmadı ve hiç ilgilenmedi. Allah’ın Elçisi (asm)’in yüzü değişmişti, sert bir ses tonuyla sordu:
“Niçin ikisini bir tutmadın?”
(M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., III/46)
Bana Doğru Koşun
Kuzeni Cafer ve amcası Abbas’ın hemen hemen aynı yaşlarda olan çocuklarını karşısına alarak:
“Bana doğru koşun. Sizden kim önce yanıma varırsa, ona şunu şunu vereceğim.” der.
Onlar da, O’na (asm) doğru koşarak göğsüne ve sırtına kapanırlar. Hz. Muhammed (asv)’ de hepsini öperek kucaklar… Hayatı boyunca birçok defa..
(M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., III/339)
Anam Babamsınız
İranlı arkadaşı Selman anlatmaktadır:
Öğleye yakın bir vakitti. Mescid’te oturuyorduk. Hasan (ra)’la Hüseyin (ra)’in kayboldukları haberi geldi. Kendisiyle beraber herkes Medine ve etrafına dağılarak, çocukları aramaya başladık. Nihayet ben bir dağın eteğinde onları buldum. Birbirlerine korku içerisinde sarılmışlar, kıpırdamadan az ötelerinde duran bir yılana bakıyorlardı. Yılan ise başını onlara doğru uzatarak, dilini çıkarmış, tıslıyordu… Allah’ın Elçisine seslendim, hemen geldi. Durumu görünce yılanın üzerine seğirtti ve yılan kaçtı. O da torunlarının yanına döndü. Şimdi elini yüzlerine sürerek korkularını gidermeye çalışıyor, bir yandan da:
“Anam babamsınız, Allah katında ne kadar değerlisiniz.” diyordu.
Çocukların korkusu yatışınca her birini bir omuzu üstüne alarak yavaş yavaş Medine’ye doğru yürümeye başladı.
(M. Yusuf Kandehlevi. a.g.e., III/34l)
Küçük Adam Orada Mı?
Sadık arkadaşı Ebu Hüreyre ile bir gün Hz. Fatma (r.anha)’nın evine giderler. Torunlarını görmek, sevmek istemiştir. Kapıdan girer girmez, Hasan (ra)’ı arayarak:
“Küçük adam orada mı? Küçük adam orada mı?” diye sorar.
Badi badi koşarak gelen torununu kucaklarken bir yandan da dua etmektedir.
“Ey Allah’ım! Ben onu seviyorum, senin de onu ve onu sevenleri sevmeni diliyorum.”
(Afzalur Rahman, a.g.e., II/222)
Onlara Merhamet Ediyorum
Manevi evladı Zeyd’in oğlu Üsame’yi bir dizine, torunu Hasan (ra)’ı bir dizine oturtur. Başlarını birbirlerine yasladıktan sonra kendi başını da onlarınkine dayar ve Allah’a yönelir:
“Ey Allah’ım! Onlara merhamet etmeni diliyorum, çünkü ben onlara merhamet ediyorum.”
(Afzalur Rahman, a.g.e., II/222)
Benim Çiçeklerim
Bir gece Hz. Muhammed (asv)’i ziyaret eden bir arkadaşı kendini şaşırmaktan alamaz. Hz. Muhammed (asv)’in elbisesinin içinde kıpırdayan bir şeyler vardır. Elbise açılınca sır anlaşılır:
“Benim çiçeklerim.” diyerek sevdiği Hz. Hasan (ra) ve Hüseyin (ra)… Onları kucağına oturtarak dua eder:
“Bunlar benim oğullarım, benim kızımın oğulları! Ey Allah’ım ben onları seviyorum, senin de onları ve onları sevenleri sevmeni diliyorum.”
(Afzalur Rahman, a.g.e., II/222)
Ne Güzel Süvariler
Kızı Hz. Fatma (r.anha)’dan iki torun lütfedilmiştir: Hasan (ra) ve Hüseyin (ra)… Torunlarına olan ilgisini her ortamda ve rahatça sergileyen Hz. Muhammed (asv), kendisinden deve almasını istediklerinde, o an için bu dileği yerine getirebilecek parası bulunmadığından dört ayak olur ve şakayla karıştırarak:
“Haydi binin; bundan iyi deve mi olur?” der.
Başka bir gün sırtında Hasan (ra)’la Hüseyin (ra) ata binme oyunu oynarlarken Hz. Ömer (ra) ile karşılaşırlar… Peygamber aşığı Hz. Ömer (ra) çocuklara:
“Ne güzel bineğiniz var.” der. Hz. Muhammed (asv) cevap verir:
“Onlar da ne güzel süvariler.”
(Bekir Sağlam, Model İnsan, s.50; M.Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, I/363)
Düşe Kalka Yürüyüşlerinde
Mescid’in minberine çıkmış kendini pür dikkat dinleyen binlerce mümine seslenmektedir. Kapıda kırmızı gömlekleri içinde düşe kalka yürümeye çalışan iki bebe görünür. Başlar o yana dönmüştür. Fakat kimse Allah Elçisinin hutbesini yarıda kesmeye cesaret ederek çocukları almaya davranamamaktadır.
Hz. Muhammed (asv), hutbeye ara verir, minberden iner, onları kucaklar. Ve minbere geri dönerek kaldığı yerden devam eder. Bu arada kendisini dinleyenlerden özür dilemeyi de ihmal etmez.
“Şu iki çocuğun düşe kalka yürüyüşlerine baktım ve hutbemi kesip onları yukarıya almaktan kendimi alıkoyamadım.”
(Afzalur Rahman, a.g.e., II/222)
Ben Baban Ayşe de Annen
Bir bayram sabahı camiden evine dönmektedir. Sokakta bayramlıklarını giyinmiş, oynayan çocuklar görür. Fakat bir tanesinin durumu dikkatini çeker. Kenarda oturmuş, kirli ve eski elbiseler içinde diğerlerini seyretmektedir. Hz. Muhammed (asv) yanına yaklaşır…
“Oğlum, sen niçin arkadaşlarına katılmıyorsun?” der.
Çocuk hüzünlü, cevap verir…
“Ey Allah’ın Elçisi! Ben yetimim…” Hz. Muhammed (asv) için bu kadarı yeterlidir… Çocuğu elinden tutar, evine götürür. Orada yetim yıkanır, yeni elbiseler giydirilir, yedirilir, cebine para konur, sevindirilir… Sonra Hz. Muhammed (asv) onun yüzünü avuçları içine alarak,
“Benim baban, Ayşe’nin annen, Hasan’la Hüseyin’in de kardeşlerin olmasını ister misin?”
“Evet, ey Allah’ın Elçisi evet”…
Sevinç içinde ok gibi fırlayan çocuk, diğerlerinin arasına karışmıştır. Bu hızlı değişimi merak eden arkadaşları sorar:
“Ne oldu sana böyle?..”
Yetim cevaplandırır:
“Allah’ın Elçisi babam, Ayşe annem, Hasan’la Hüseyin de kardeşlerim oldu…”
(Gerçeğe Doğru, c.I, VII/34)
Ne Yapsın Enes?
On yaşından yirmi yaşına, Hz. Muhammed (asv)’in vefatına kadar hizmetine bakan, günlük işlerini gören zeki ve yaramaz bir Medinelidir… Malik oğlu Enes…
Bu on yıllık uzun süre Enes’in yaramazlıklarıyla doludur. Kendi anlatımıyla:
“Hz. Muhammed (asv) beni çarşıdan bir şey almaya gönderirdi. Ben sokakta oynayan çocukları görünce onlarla oyuna dalardım ve ne alacağımı unuturdum. Sonra sus pus O’nun huzuruna gelirdim. O beni böyle mahcup ve ürkek görünce‘Ne yapsın Enes, O’nun elinde birşey yok ki, ona yapacağı işi Allah unutturuyor.’ der ve gönlümü alırdı.”
Bu günlerden birinde Enes’in haylazlık katsayısı bir hayli yükselir ve gönderildiği iş için kendi içinden “Allah’a and olsun ki gitmeyeceğim.” der. Sonra pişman olur, yola koyulur ve sokakta oynayan çocuklarla karşılaşınca da unutur. Oyuna dalar. Bir süre sonra bir el onu ensesinden yakalamıştır.
Dönünce karşısında Hz.Muhammed (asv)’i görür, gülümseyerek:
“Enesçiğim; gönderdiğim yere gittin mi?” demektedir.
Enes de “Evet ey Allah’ın Elçisi. “Şimdi oraya gidiyordum…” der.Hz. Muhammed (asv) hiçbir şey söylemeden gülümsemeye devam eder.
Yaşlılığında Hz. Muhammed (asv)’li yıllarının değerlendirmesini yaparken, Malik oğlu Enes şöyle diyecektir:
“Küçük yaşta yanına girdim ve tam on sene hizmetinde bulundum. Bana bir defa olsun sövmedi, beni bir defa olsun dövmedi. Yaptığım bir hatadan dolayı “Niçin bunu yaptın?” veya ihmal ettiğim, yapmadığım bir işten dolayı “Niçin bunu yapmadın?”diye kızmadı, azarlamadı. Yüzüme karşı yüzünü somurtmadı.”
(Afzalur Rahman, a.g.e., I/40; Doç. Dr. Recep Kılıç, Hazreti Peygamberin Hayatından Davranış Modelleri, s.133; Ebu’s-Şeyh el-lsbehani, a.g.e.. s.34)
Bir Ezan Da Burada Oku
Ebu Mahzure isimli bir çocuk müezzinin taklidini yaparak ezanla alay etmektedir. Hz. Muhammed (asv) onu yanına çağırır ve ezanla alay edildiğini fark etmemiş gibi ciddi ve yumuşak bir tavırla:
“Haydi bir ezan da burada oku.” der.
Utanç içinde kalan Ebu Mahzure bu kez bütün yeteneğini zorlar, özenerek bir ezan okur.
Eksik ve yanlışlarını düzelten Hz. Muhammed (asv), cebine bir kaç kuruş koyar, eliyle de sırtını sıvazlayarak:
“Mübarek olsun…” der.
Ebu Mahzure gördüğü iltifat ve bağışlama karşısında hala şaşkındır. Mekke’de müezzinlik yapmak için izin ister ve alır. Yıllar boyunca Mekke’nin müezzinliğini o yapacaktır.
(İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.40)
Çocuğu Kandırma
Medine’de bir anne sokağa kaçan çocuğunu eve getirebilmek için “Gel bak sana ne vereceğim?” demektedir. Olaya şahid olan Hz. Muhammed (asv) sorar:
“Çocuğa ne vereceksin?”
Anne “hurma vermek istediğini” söyleyince de uyarır:
“Dikkat et! Sana gelir ve ona bir şey vermeyecek olursan, senin için bir yalan günahı yazılır.”
(İbrahim Refik, a.g.e., s.43)